21 Aralık 2014 Pazar

ADANA GEZİ YAZISI: MGK

Gönderen MGK on 14:24 with Yorum Yok
Gezime Obalar Caddesinden başladım. Yaklaşık yirmi dakika yürüdüm. Yol boyunca her iki tarafta da kıyafet mağazaları, butikler, telefon mağazaları, pastaneler ve telefon bayileri var. Pek görülecek bir yer değil. Bir tane bile kitap satan mağaza yok! Korsan bile yok! Obalar Caddesinden Saydam Caddesine geçtim. Oradan da Kasapçılar Çarşısının önünden geçerek Sandalyeciler çarşısına geldim. Orada fazla durmadan Büyüksaat'e doğru yollandım. Tabii meşhurdur kendileri. Adana hakkındaki yazıların hemen hemen hepsinde adı geçer. Vakıflar Çarşısından Büyüksaat'e doğru giderken taş bir yol var. Çok hoşuma gitti. Sanki bir dönem filmindeymişim gibi hissettim. Yolun her iki tarafında terziler kendi diktikleri şalvarları satıyorlar. Çok hoş bir manzaraydı. Büyük mağazalardaki beş para etmez süslü püslü kıyafetlerin yanında biraz sönük kalıyorlar ama olsun. Yine de böyle yerlerin hala var olduğunu görmek açıkçası beni rahatlattı. Kunduracıları da es geçmemek lazım. Onlar da bir umut işlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Bunların dışında nargile dükkanı ve balık avı için malzeme satan dükkanlar da var. Dükkan; bu kelimeyi kullanmayalı uzun zaman olmuş. Sonunda Büyüksaat'e varabildim. Doğruyu söylemek gerekirse ilk defa gittim Büyüksaat'e. Kendimden utanıyorum. Büyüksaat'in  hemen sağ tarafında karşıda bir esnafa tam olarak nerede olduğumu sordum.Başladı Büyüksaat i anlatmaya. "Büyüksaat 1881 yılında dönemin valisi tarafından yaptırılmıştır." dedi. Ağzım açık kaldı.Normalde insanlar pek fazla tarihle ilgilenmezler.


Her neyse, ellilerinin başında olan esnafa başka nerelere gidebileceğimi sordum. Ramazanoğlu Konağı ve Ulu Camiyi önerdi. Ben de biraz ilerledim. Tabii bilmediğim için şöyle bi bakındım etrafıma. Konağı gördüm. Ziya Paşa Dinlenme Parkından geçtim, konağa doğru ilerledim. Konak: 1495 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından yaptırılmış. Mimarı bilinmiyor. Harem dairesi olarak yapılmış. Tarihi ve mimari açıdan Adana'nın en eski evi. Doğu - batı doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip. Batı kısmı güney cephesi 3 kat, doğu kısmı tek katlı ve üzeri damdır. Yapının tamamı "L" şeklinde bir plan üzerine oturmuştur. Orada konağı izlerken ellili yaşlarının sonlarında olan bir hanım geldi. "Bir etkinlik mi var?" diye bir soru yöneltti. "Hayır," dedim "Ödevim için bakıyordum." E tabi normaldir. Orada benden başka kimse yoktu. Şaşırmış olmalı. Park tarafındaki kapıdan girdim. Avlusu geniş ve güzeldi. Konağın içine girmeye yeltendim fakat kapalıydı. Hiç beklemediğim bir şeydi. Sonuçta tarihi bir mekan ve halka açık olmalı diye düşündüm. Avlusuna biraz daha hayran hayran baktıktan sonra diğer kapısından çıktım.  Sola döndüm, caddeye doğru yürüdüm. 



Caddeye vardığımda her iki tarafa da şöyle bir göz attım. Solumda Ulu Camiyi gördüm. Gidip gitmeme arasında kararsız kaldım. "Gitmekten ne olur." dedim camiye doğru yürümeye başladım. İçine giremedim. Sorun değil. Cami yine Ramazanoğlu beylerinden Piri Bey tarafından 1515 yılında yaptırılmıştır. Adana'nın en büyük tarihi yapısı bakımından önemlidir. Sekizgen gövdeli yapısı çift renkli taşları ve 16. yüzyıl çinileri ile ünlüdür. 1998-2004 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Girişine göz attıktan sonra arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Orada kaldırımda onlarca güvercin vardı, onlara atılan yemleri yemekle meşguldüler. Onları rahatsız etmemek için sakin adımlarla yürüyordum. Tam yolu yarılamıştım ki güvercinlerin hepsi bir anda kanat çırpıp uçtular. Üzülmedim değil. Neden üzüldüğümü ben de bilmiyorum. Düz gitmeye devam ettim. Kıyı Boyu caddesine geçtim. Amacım Taşköprüye gitmekti fakat ani bir kararla sağa döndüm ve etrafıma bakınarak yürümeye başladım. Yolun kıyı tarafında solda Ulus Parkı dikkatimi çekti. Yoluma devam ettim. Seyhan Kaymakamlığının önünden geçip yolun karşısına geçtim. Burnuma mis gibi toprak ve çimen kokusu geldi. Ancak bu an beş saniye bile sürmeden durağa gelen otobüslerin egzoz kokuları yayıldı etrafa. Bayağı bi sinirlendim. Ama elden ne gelir? Geçelim bunları. Kaldırım boyunca biraz ilerledikten sonra Ulus Parkına girdim. Orada Karacaoğlan heykeli gördüm. Çok iyiydi. Ardından Adana Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Merkezi'ne girdim. Çok sessizdi. Çünkü benden başka kimse yoktu. Bina aslında Tarihi Kız Lisesi binası. 1881 yılında dönemin valisi Abidin Paşa tarafından yaptırılmış. 2006 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiş ve kültür sana merkezi olarak kullanılmaya başlanmış. İçerisi ilgimi çekti. Karanlıktı biraz ama o anbiyans müthişti. Girişte sağ tarafta Hababam Sınıfı karakterlerinin balmumu heykelleri var. Pek fazla benzemiyorlar. Hemen karşıda iki tane aynı heykel vardı. Anlamını merak ettim etrafıma bakındım ve hemen önünde cam vitrinin içinde onun orijinalini gördüm. Aslında ödülmüş ama ne ödülü olduğunu öğrenemedim. Görevli falan yoktu. Binanın içinde Mehmet Baltacı Fotoğrafçılık Müzesi var. Maalesef kapısı kilitliydi. Yine bir ayal kırıklığı yaşadım. Duvarlarda Adana ile ilgili bilgiler vardı. İşte birkaçı:

1-) "Atalarımız Misis'in yılandan, Cayhan'ın yelden, Adana'nın da selden gideceğini söylerlerdi." 1930, 1936, 1946 ve 1948 yıllarında Adana ciddi sel felaketleri yaşamıştır. 1930 yılında şu an bulunduğunuz bina da (Tarihi Kız Lisesi) selden etkilenmiştir.
2-) Neden Kale Kapısı?
1840 yılından önce Taşköprü'nün yerinde bulunan ve Adana Kalesi'ne açılan, taştan inşa edilmiş kapı nedeniyle bölgeye bu isim verilmiş. 1840 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıkılmış.
3-) 21 Gözlü İken 14 Gözlü (Taşköprü)
Yol genişletme çalışmaları nedeniyle Hilton Oteline bakan kısmı ile Kale Kapısı'na bakan kısmı toprak altında kalmıştır.

Giriş katına bakmayı bitirdiğimde ikinci kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. İlk basamağa adımımı atmamla birlikte birlikte merdiven gıcırdamaya başladı. Muhteşem bir ahşap kokusu geliyordu. Merdiven gıcırtılarıyla birlikte ikinci kata ulaştım. Üç salon vardı. Biri kütüphane, biri genel danışman odası, diğerini öğrenemedim. Üzülerek söylüyorum ki üçü de kilitliydi. Aşağı indim tekrar, orada Adana'nın eski fotoğraflarına göz gezdirdim. Ardından binadan ayrıldım. 


Bu defa Taşköprü'ye doğru yürüdüm. Seyhan Nehri'nin üzerinde Seyhan ve Yüreğir'i birleştiriyor. Dünyada kullanılan en eski köprü. Tarihi ile ilgili pek çok rivayet vardır. Hitit Dönemi: "Adania denilen bir şehirle savaştım. Önünde bir nehir akıyordu. Nehrin de bir köprüsü vardı." Hitit Kralı I. Arnuwanda M.Ö. 1550'ye tarihlenen bir kitabede bahsetmiştir. 
1850'lerde Adana'yı ziyaret eden tarihçi Victor Langois, köprünün Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırıldığını, adını taşıyan kitabenin 1841 yılında mevcut olduğunu söylemiş. Fakat kitabe günümüzde kayıp. 
Roma ile ilgili diğer kanıt Adana Arkeoloji müzesindeki Grekçe kitabe. Kitabeye göre Taşköprü Roma İmparatorluğu dönemimde 4. yüzyılda Mimar Auxentius tarafından yapılmış.
Köprü III. Ahmet, Abdülmecit ve II. Abdülmecit zamanında onarılmış. En son 2006'da Mimar Mehmet Pekcan Işık'ın hazırladığı restorasyon planı hayata geçirilmiş. 


Taşköprü'den sonra Abidinpaşa Caddesine geçtim. Yaklaşık yarım saat boyunca caddeyi boydan boya geçtim. Görmeye değecek bir yapı yok bana göre. Mimari açıdan üç bina ilgimi çekti. T.C. Merkez Bankası A.Ş. binası, Adana Ticater Odası binası ve T.C. Ziraat Bankası binası. Caddenin sonunda 5 Ocak meydanı var. Açıkçası trafik, hır gür o yorgunluğun üstüne hiç çekilmeyecek bir ortam. Koskoca meydanda yeşillik adına tek şey Atatürk heykelinin çevresindeki çimenlerdi. 


5 OCAK MEYDANI



18 Aralık 2014 Perşembe

ÇOBAN: Ethan CROSS

Gönderen MGK on 07:45 with Yorum Yok
      


Bunu iki üç hafta önce yazmayı planlamıştım ama araya başka şeyler girdi. Ben de böyle bir şey yazdım. pek fazla aydınlatıcı olmadığını biliyorum. Bu da bir şey. 

"Neden mi? Bu ezeli bir soru, öyle değil mi? İnsan varoluşunun en başından beri deli gibi tek bir sorunun cevabını aradık: Neden? Korkarım sana verecek bir cevabım yok. Yalnızca böyle biri olduğumu söyleyebilirim. Bazıları güzel sanat eserleri yapar. Bazı insanlar avukat, doktor, kasap, fırıncı veya mum üreticisi olur. Bense avcıyım, bir katilim.Hayat bir oyundur. Ben de oynamaktan hoşlanıyorum. Ama henüz seninle oyunum bitmedi."
=Francis ACKERMAN=

Franciz Ackerman Sr. katillerin varoluşundan değilde çevrenin etkisiyle katil olduklarını savunur. Ancak diğer bilim adamları bu görüşte değillerdir. Bunu üzerine o da oğlu Fancis Ackerman Jr. üzerinde deneyler yapar. Oğluna çeşitli eziyetler yapar. En sonunda oğlu katil olur ve onu öldürür. O günden bu yana Francis Ackerman Jr. kendine hakim olamadığı zamanlarda insanları öldürür. Ama şu şekilde. Kurbanıyla küçük bir oyun oynar. Eğer kurban kazanırsa onu öldürmeyecek eğer kaybederse ölecek ya da ailesinden biri ölecek. Ne yazık ki hiçbir kurban oyunlarını kazanamaz. Derken Francis Markus adında emekliye ayrılmış bir cinayet masası dedektifiyle karşılaşana kadar hep kendi zevki için öldürmüştür. Lakin Marcus'la tanıştıktan sonra kendisinin karanlık taraf Marcus'un iyi taraf olduğuna inanır. Yani aslında o ve Marcus belli bir ama için yaratılmıştır ve Francis Marcus'un karşı tarafında yer alacaktır. Marcus bu sayede kahraman ilan edilecektir.Bütün bunlar bir yana Kasaba şerifi ise karanlık planlar peşindedir ve işleyeceği suçları Marcus'un üzerine yıkma planları yapar. Ancak Marcus ne yapar eder kurtulur bu komplodan. Ardından Francis yarım bıraktığı bir işi bitirmek için ortaya çıkar. Marcus'un onu durdurmasını ister. Ve maalesef Marcus bunu başaramaz (ohh canıma değsin). 

9 Aralık 2014 Salı

AŞK ÖLÜMDEN UYANIŞTIR: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 10:56 with Yorum Yok

Evleneceği adam tarafından düğününe saatler kala terk edilen Nina Cormier bu ağır yıkım yetmezmiş gibi bir de evleneceği kilisenin havaya uçmasından dakikalarla kurtulur. Ancak bu patlama değildir ve kasten gelin ve damadı öldürmek için planlanmış bir suikasttir. Ancak Nina bunu bir türlü kabullenmez. Portland Polis Dedektifi Sam Navarro'da bu olayı aydınlatmak için elinden geleni yapar. Ama hiç istemese de ve her ne kadar karşı koymaya kalkışsa da Nina'ya aşık olur. Ve amirlerinden de bir çok uyarı alır bu konuda. Sam'in araştırmalarının ve koşuşturmalarının sonunda bombanın asıl hedefinde Bölge savcısının olduğu anlaşılır. Nina ise bombacıyı gördüğü için öldürülmeye çalışılır. Ancak bombacı Sam'in Nina'ya olan zaafını ona karşı kullanır. Ya Nina'yla birlikte ölecektir ya da tek başına kaçıp kurtulacaktır.




5 Aralık 2014 Cuma

DAAWAT-E ISHQ: Aditya Roy KAPUR, Parineeti CHOPRA, Anupam KHER

Gönderen MGK on 11:48 with Yorum Yok


Evet. Bu defa kitap ve müzik dışında bir yazı yazacağım. Çünkü çok sevdim ve bu aralar kafayı çok taktım bu filme. Bir Bollywood filmi. Zaten Bollywood filmlerine ayrı bir sempatim var. Yaklaşık dört aylık bir aradan sonra izlediğim ilk Bollywood filmiydi herhalde ondan bu kadar çok sevdim. Ama yok ya yine de mükemmeldi. 

Konusu:

Gulrez Qadir (Gullu) bir ayakkabı tasarımcısı olmak istiyor ancak bu hayalini gerçekleştirebilmesi için Amerika'ya gitmesi şart. Çünkü Amerika'da daha çok kendini geliştirir ve tanınır. Bunun için babası Mr. Qadir onu evlendirmek ister ki kocasıyla birlikte Amerika'ya gitsin ve eğitimini tamamlasın. Fakat o kadar da kolay değildir kız babası olmak. :) Çünkü Hindistan'da erkek tarafı başlık parası istiyor. Ve Qadirlerin de maddi durumu buna el vermiyor. Ayriyeten Gullu İngilizce bilen ve eğitimini yüksek okullarda tamamlamış erkekleri tercih ediyor. Ki bu da işleri daha çok zorlaştırıyor. Gel gelelim damat adaylarına. Aileleri çok fazla çeyiz yani başlık parası istediği için Gullu da 498 kanunundan yararlanmak ister. Yani eğer damat tarafının başlık parası istediğini kanıtlarsa parayı ona geri verecekler üstüne tazminat ve damadın hapse girmesi de cabası. Gullu da bu kanundan yararlanmak için sahte kimlik, pasaport vs. her şeyi ayarlar. Babası ilk başta karşı çıksa da küçük yaşta annesiz kalan kızına dayanamaz ve onun en iyi yerlerde okuması için bu riski göze alır. Haydarabad'dan Lucknow'a gelirler. Bir otelin süitinde oda tutarlar. Hiç vakit kaybetmeden bir evlilik sitesinden randevu ayarlarlar bir kaç kişiyle. Bunların arasında Tariq Heider (Taru)'de vardır. Randevudan bir gün önce Gullu ve babası Tariq'ın kebap dükkanına giderler. Tariq ve Gullu arasında atışma olur. Bunun üzerine Gullu randevuyu iptal eder, Ama bizim Tarumuz gurur yapar ve randevuya gider, diğer adaylara bedava kebap vererek gönderir Gullu'yu da kebabıyla kandırır. Gullu isteğine kavuşur. Taru'^yla evlenip parasını alır. Fakat sonra tam Amerika'ya gitmek için vize alacakları sırada Taru'nun parasıyla gidemeyeceğini anlar. Çünkü ona aşık olduğunu fark eder. Parayı geri vermek için döner. Taru'da onu arıyordur deli gibi. Gullu'nun peşinde karaborsacılar vardır. Bunlardan kaçarken tren istasyonunda Taru'yla karşılaşırlar. İkisi bir olup adamları haklarlar. :)))) 
Ardından birbirlerine sarılıp öperler. Veeeee mutlu son. Evlenirler. Başlık parası olmadan. :)))))))

Kısa tutmuşlar filmi. Hemen oldu bittiye getirmişler. Tadına varamadım filmin. Ama hem komedi hem de aşk konusunu çok güzel yansıtıyor film. Bu beklenir zaten Yash Raj Films'den. Adamın dibisin YRF. <3 <3 <3 


OYUNCULAR

TARIQ (TARU) HEIDER - ADITYA ROY KAPUR
GULREZ (GULLU) QADIR - PARINEETI CHOPRA
Mr. QADIR - ANUPAM KHER


FRAGMANI





FİLMDEN






KAPIŞMA SAHNELERİ. ÇOK EĞLENDİM BU SAHNEDE.



HADİ YİNE İYİSİN ADITYA KAPTIN GÜZELİM KIZI.



YALNIZ O KEBAPTAN BENİM DE CANIM ÇEKTİ. :)))) ADANA KEBABI KADAR OLAMASA DA. 


MANNAT ŞARKISINDAN


GULREZ QADIR VE BABASI Mr. QADIR



MANNAT ŞARKISINDAN. BU KIZ DAHA Bİ GÜZELLEŞMİŞ. :)))))








FİLMİN TANITIMINDAN. 


FİLMİN ŞARKILARI 





Shayarana 
Daha ilk notalarında çok sevdim şarkıyı. 



 Daawat-e Ishq  
Filmin aynı adlı şarkısı.

  
Mannat 
Benim favori şarkım. Dinle dinle bir hoş oldum.


 Jaadu Tone Waaliyan 
Bu da çok güzel ya. 


                        
Rangreli 
Bu da çok müthiş. Yesinler sizin tipinizi.