18 Aralık 2017 Pazartesi

LONTANO: Jean Christophe GRANGÉ

Gönderen MGK on 00:55 with Yorum Yok


Eveeeeet. En sevdiğim yazarların divası. Grangé! Fakat bu kitabından pek heyecan alamadım nedense. Hani bazı yazarlar vardır yaşlandıkça yazım kalitesi artar bazılarının da düşer. Sanırsam bana göre Grangé ikinci kategoride. Bir Leyleklerin Uçuşu bir Siyah Kan ya da ne bileyim bir Ölü Ruhlar Ormanı gibi, 'işte tam Grangé'ın yazacağı bir kitap' diyemedim. Tabi Grangé'ın mutlaka her kitabında yer alan bazı ayrıntar dışında. Mesela katilin her zaman ana karaktere şah damarından yakın olması veya da ana karakterin illa bir kadınla ilişkiye girmesi ve kesinlikle ve kesinlikle Paris dışına seyehat. Olayın çözümü genellile Paris'in dışında olur. Geçelim buraları. Konumuza gelelim.

Erwan cinayet masası polisidir (şaşırdık mı?). Babasının isteğiyle daha doğrusu zoruyla şüpheli bir ölümü araştırmak için Bretenya'ya gider. Her zaman olduğu gibi bu işin içinde bir terslik olduğunu şipşak anlar. Gelişen olaylar sonucunda -ki olayları yazmayı üşendim şu an- bunun bir cinayet olduğu kesinleşir. Fakat tabi ki de son cinayet olmayacağı daha başından belli olduğu bilindiği üzere polisimiz Paris'e döndüğünde başka cinayetler de işlenir. Peki bunların ortak noktası ne? Doğru cevap! Erwan'ın birinci dereceden bir yakını. Kitabı okuyunca anlarsınız. Bütün bunlara bir yana Erwan'ın kız kardeşi - okurken küfürlerime maruz kaldığı doğrudur - beni sinir etti. En sonunda biri öldürse diye bekliyordum ama dokuz canlı çıktı.
 Saçmalamayın tabi ki de polisimizin ailesi sorunlu. İslenen cinayetlerden ve babasının onu yönlendirmesinden sonra katilin polisimize bayağı yakın biri olduğu anlaşılır. Bu da sürpriz değildi benim için.

Bana göre kitap Grangé gibi bir divaya yakışmayacak derecede basitti. Anladığım kadarıyla Grangé'da bir Afrika takıntısı var.  Bir de okuyucuları şaşırtmak için olduğuna inandığım özelliği de katillerin ya da suçluların hep ana karakterin çevresinden olması. Tamam konularının çekiciliğine bayılıyorum ancak belli bir zamandan sonra anlaşılıyor ne olup ne olmayacağı. Katilin kim olduğu anlaşıldığında hiçbir şaşırma emaresi yaşamadım açıkçası. Hatta katil kesin annesidir dedim ama değilmiş. İkinci kitapta büyük ihtimalle annesini de sahalarda göreceğiz.  Pek bir heyecan aldığım söylenemez. Fakat yine de okunabilir.







8 Temmuz 2017 Cumartesi

AYLAK ADAM: Yusuf ATILGAN

Gönderen MGK on 22:47 with Yorum Yok


Ve karşınızda beni benden alan bir diğer kitap: Aylak Adam. Uzun zamandır bunu yazmayı istiyordum fakat gelin görün ki bir türlü kısmet olmadı. Her neyse geç olsun da güç olmasın. Aslında yazıyı yazarken nereden başlayacağını kestiremiyor insan. Basitçe, adamın birinin gerçek aşkı araması.
Kitap dört bölümden oluşuyor: Kış, ilkyaz (ilkbahar), yaz, güz (sonbahar). Pek özetini çıkarmalık bir kitap değil hiç girmeyeceğim oralara. Kitapta çoğunlukla ana karakterin yaşadığı iç çatışmalar var. Ya da ben oralara daha fazla dikkat ettim. Çünkü karakter toplumdan çok farklı düşünüyor ve yaşıyor. Toplum zaten onu anlamıyor. Üstelik babasına da benzmek istemiyor. Anası da yok. Yazık çocuğa. Babasından kalan mirasla aylak aylak geziyor. Ara sıra kendine uğraşlar ediniyor ama onlardan da belli bir süre sonra sıkılıyor ve bırakıyor. Belli bir kalıba girmek istemiyor gibi. Ben topluma değil de toplum bana uysun gibi bir hava veriyor yaptıklarıyla. Okuyanı etkisi altına alıyor ve "cidden böyle mi yaşıyoruz?" dedirtiyor (kötü anlamda) kitap.
Velhasılıkelam okuyunuz!

Şimdi de hoşuma giden sözleri yazacağım.

1-) "Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi." 

2-) "Doğru, hep başkayız. Ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. Her şey bizim çevremizde dönüyor..."

3-) "Ne sıkıcı işleri var insanların!" 

4-) "Herkes onun gibi değil miydi? En az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı."

5-) "Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir,geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı isterse. Çabasız. Ama biliyordu: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi."

6-) "Ne öğrettim ona? Dünyada tanımadığı bir deli daha olduğunu."

7-)"Neden insanlar durup gülmüyorlardı?"

8-) "Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor." 

9-) "Bütün bu 'siz'ler , 'iz'ler, 'uz'larsan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda 'sen' diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. Ne dersin(iz)?"

10-) "Dayak yiye yiye bu şehirde yaşamayı öğrenecekti. Hep tetikte olacaktı. Yasaktı dalgınlık. Daldı mı, büyük şehir insanı, kornalar, çanlar, küfürler, gıcırtılar, çarpmalarla kendine geliyordu." 

11-) "Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

12-) "Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız."

13-) "Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı."

14-) "İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları 'kişi'yi anlatırlar."

15-) "İnsan bir şeyi yapmaya hep geç kalırdı."

16-)"Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı."

17-) "Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz."

18-)"Şu kutunun (radyo) içinde bana piyano çalacak birini bulamıyordum. Yalnızdım.

19-) "Şunların arasında sevilmeye değer birkaç kişi niye olmasın?"

20-) "Biz, hoşgörüsü olmadığını bile bile, başkalarında kendininkinden atrıyı bağışlamaya çalışana hoşgörülü diyoruz."