22 Aralık 2014

ADANA GEZİ YAZISI: MGK

Gönderen MGK on 00:24 with Yorum Yok
Gezime Obalar Caddesinden başladım. Yaklaşık yirmi dakika yürüdüm. Yol boyunca her iki tarafta da kıyafet mağazaları, butikler, telefon mağazaları, pastaneler ve telefon bayileri var. Pek görülecek bir yer değil. Bir tane bile kitap satan mağaza yok! Korsan bile yok! Obalar Caddesinden Saydam Caddesine geçtim. Oradan da Kasapçılar Çarşısının önünden geçerek Sandalyeciler çarşısına geldim. Orada fazla durmadan Büyüksaat'e doğru yollandım. Tabii meşhurdur kendileri. Adana hakkındaki yazıların hemen hemen hepsinde adı geçer. Vakıflar Çarşısından Büyüksaat'e doğru giderken taş bir yol var. Çok hoşuma gitti. Sanki bir dönem filmindeymişim gibi hissettim. Yolun her iki tarafında terziler kendi diktikleri şalvarları satıyorlar. Çok hoş bir manzaraydı. Büyük mağazalardaki beş para etmez süslü püslü kıyafetlerin yanında biraz sönük kalıyorlar ama olsun. Yine de böyle yerlerin hala var olduğunu görmek açıkçası beni rahatlattı. Kunduracıları da es geçmemek lazım. Onlar da bir umut işlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Bunların dışında nargile dükkanı ve balık avı için malzeme satan dükkanlar da var. Dükkan; bu kelimeyi kullanmayalı uzun zaman olmuş. Sonunda Büyüksaat'e varabildim. Doğruyu söylemek gerekirse ilk defa gittim Büyüksaat'e. Kendimden utanıyorum. Büyüksaat'in  hemen sağ tarafında karşıda bir esnafa tam olarak nerede olduğumu sordum.Başladı Büyüksaat i anlatmaya. "Büyüksaat 1881 yılında dönemin valisi tarafından yaptırılmıştır." dedi. Ağzım açık kaldı.Normalde insanlar pek fazla tarihle ilgilenmezler.


Her neyse, ellilerinin başında olan esnafa başka nerelere gidebileceğimi sordum. Ramazanoğlu Konağı ve Ulu Camiyi önerdi. Ben de biraz ilerledim. Tabii bilmediğim için şöyle bi bakındım etrafıma. Konağı gördüm. Ziya Paşa Dinlenme Parkından geçtim, konağa doğru ilerledim. Konak: 1495 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından yaptırılmış. Mimarı bilinmiyor. Harem dairesi olarak yapılmış. Tarihi ve mimari açıdan Adana'nın en eski evi. Doğu - batı doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip. Batı kısmı güney cephesi 3 kat, doğu kısmı tek katlı ve üzeri damdır. Yapının tamamı "L" şeklinde bir plan üzerine oturmuştur. Orada konağı izlerken ellili yaşlarının sonlarında olan bir hanım geldi. "Bir etkinlik mi var?" diye bir soru yöneltti. "Hayır," dedim "Ödevim için bakıyordum." E tabi normaldir. Orada benden başka kimse yoktu. Şaşırmış olmalı. Park tarafındaki kapıdan girdim. Avlusu geniş ve güzeldi. Konağın içine girmeye yeltendim fakat kapalıydı. Hiç beklemediğim bir şeydi. Sonuçta tarihi bir mekan ve halka açık olmalı diye düşündüm. Avlusuna biraz daha hayran hayran baktıktan sonra diğer kapısından çıktım.  Sola döndüm, caddeye doğru yürüdüm. 



Caddeye vardığımda her iki tarafa da şöyle bir göz attım. Solumda Ulu Camiyi gördüm. Gidip gitmeme arasında kararsız kaldım. "Gitmekten ne olur." dedim camiye doğru yürümeye başladım. İçine giremedim. Sorun değil. Cami yine Ramazanoğlu beylerinden Piri Bey tarafından 1515 yılında yaptırılmıştır. Adana'nın en büyük tarihi yapısı bakımından önemlidir. Sekizgen gövdeli yapısı çift renkli taşları ve 16. yüzyıl çinileri ile ünlüdür. 1998-2004 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Girişine göz attıktan sonra arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Orada kaldırımda onlarca güvercin vardı, onlara atılan yemleri yemekle meşguldüler. Onları rahatsız etmemek için sakin adımlarla yürüyordum. Tam yolu yarılamıştım ki güvercinlerin hepsi bir anda kanat çırpıp uçtular. Üzülmedim değil. Neden üzüldüğümü ben de bilmiyorum. Düz gitmeye devam ettim. Kıyı Boyu caddesine geçtim. Amacım Taşköprüye gitmekti fakat ani bir kararla sağa döndüm ve etrafıma bakınarak yürümeye başladım. Yolun kıyı tarafında solda Ulus Parkı dikkatimi çekti. Yoluma devam ettim. Seyhan Kaymakamlığının önünden geçip yolun karşısına geçtim. Burnuma mis gibi toprak ve çimen kokusu geldi. Ancak bu an beş saniye bile sürmeden durağa gelen otobüslerin egzoz kokuları yayıldı etrafa. Bayağı bi sinirlendim. Ama elden ne gelir? Geçelim bunları. Kaldırım boyunca biraz ilerledikten sonra Ulus Parkına girdim. Orada Karacaoğlan heykeli gördüm. Çok iyiydi. Ardından Adana Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Merkezi'ne girdim. Çok sessizdi. Çünkü benden başka kimse yoktu. Bina aslında Tarihi Kız Lisesi binası. 1881 yılında dönemin valisi Abidin Paşa tarafından yaptırılmış. 2006 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiş ve kültür sana merkezi olarak kullanılmaya başlanmış. İçerisi ilgimi çekti. Karanlıktı biraz ama o anbiyans müthişti. Girişte sağ tarafta Hababam Sınıfı karakterlerinin balmumu heykelleri var. Pek fazla benzemiyorlar. Hemen karşıda iki tane aynı heykel vardı. Anlamını merak ettim etrafıma bakındım ve hemen önünde cam vitrinin içinde onun orijinalini gördüm. Aslında ödülmüş ama ne ödülü olduğunu öğrenemedim. Görevli falan yoktu. Binanın içinde Mehmet Baltacı Fotoğrafçılık Müzesi var. Maalesef kapısı kilitliydi. Yine bir ayal kırıklığı yaşadım. Duvarlarda Adana ile ilgili bilgiler vardı. İşte birkaçı:

1-) "Atalarımız Misis'in yılandan, Cayhan'ın yelden, Adana'nın da selden gideceğini söylerlerdi." 1930, 1936, 1946 ve 1948 yıllarında Adana ciddi sel felaketleri yaşamıştır. 1930 yılında şu an bulunduğunuz bina da (Tarihi Kız Lisesi) selden etkilenmiştir.
2-) Neden Kale Kapısı?
1840 yılından önce Taşköprü'nün yerinde bulunan ve Adana Kalesi'ne açılan, taştan inşa edilmiş kapı nedeniyle bölgeye bu isim verilmiş. 1840 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıkılmış.
3-) 21 Gözlü İken 14 Gözlü (Taşköprü)
Yol genişletme çalışmaları nedeniyle Hilton Oteline bakan kısmı ile Kale Kapısı'na bakan kısmı toprak altında kalmıştır.

Giriş katına bakmayı bitirdiğimde ikinci kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. İlk basamağa adımımı atmamla birlikte birlikte merdiven gıcırdamaya başladı. Muhteşem bir ahşap kokusu geliyordu. Merdiven gıcırtılarıyla birlikte ikinci kata ulaştım. Üç salon vardı. Biri kütüphane, biri genel danışman odası, diğerini öğrenemedim. Üzülerek söylüyorum ki üçü de kilitliydi. Aşağı indim tekrar, orada Adana'nın eski fotoğraflarına göz gezdirdim. Ardından binadan ayrıldım. 


Bu defa Taşköprü'ye doğru yürüdüm. Seyhan Nehri'nin üzerinde Seyhan ve Yüreğir'i birleştiriyor. Dünyada kullanılan en eski köprü. Tarihi ile ilgili pek çok rivayet vardır. Hitit Dönemi: "Adania denilen bir şehirle savaştım. Önünde bir nehir akıyordu. Nehrin de bir köprüsü vardı." Hitit Kralı I. Arnuwanda M.Ö. 1550'ye tarihlenen bir kitabede bahsetmiştir. 
1850'lerde Adana'yı ziyaret eden tarihçi Victor Langois, köprünün Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırıldığını, adını taşıyan kitabenin 1841 yılında mevcut olduğunu söylemiş. Fakat kitabe günümüzde kayıp. 
Roma ile ilgili diğer kanıt Adana Arkeoloji müzesindeki Grekçe kitabe. Kitabeye göre Taşköprü Roma İmparatorluğu dönemimde 4. yüzyılda Mimar Auxentius tarafından yapılmış.
Köprü III. Ahmet, Abdülmecit ve II. Abdülmecit zamanında onarılmış. En son 2006'da Mimar Mehmet Pekcan Işık'ın hazırladığı restorasyon planı hayata geçirilmiş. 


Taşköprü'den sonra Abidinpaşa Caddesine geçtim. Yaklaşık yarım saat boyunca caddeyi boydan boya geçtim. Görmeye değecek bir yapı yok bana göre. Mimari açıdan üç bina ilgimi çekti. T.C. Merkez Bankası A.Ş. binası, Adana Ticater Odası binası ve T.C. Ziraat Bankası binası. Caddenin sonunda 5 Ocak meydanı var. Açıkçası trafik, hır gür o yorgunluğun üstüne hiç çekilmeyecek bir ortam. Koskoca meydanda yeşillik adına tek şey Atatürk heykelinin çevresindeki çimenlerdi. 


5 OCAK MEYDANI



18 Aralık 2014

ÇOBAN: Ethan CROSS

Gönderen MGK on 17:45 with Yorum Yok
      


Bunu iki üç hafta önce yazmayı planlamıştım ama araya başka şeyler girdi. Ben de böyle bir şey yazdım. pek fazla aydınlatıcı olmadığını biliyorum. Bu da bir şey. 

"Neden mi? Bu ezeli bir soru, öyle değil mi? İnsan varoluşunun en başından beri deli gibi tek bir sorunun cevabını aradık: Neden? Korkarım sana verecek bir cevabım yok. Yalnızca böyle biri olduğumu söyleyebilirim. Bazıları güzel sanat eserleri yapar. Bazı insanlar avukat, doktor, kasap, fırıncı veya mum üreticisi olur. Bense avcıyım, bir katilim.Hayat bir oyundur. Ben de oynamaktan hoşlanıyorum. Ama henüz seninle oyunum bitmedi."
=Francis ACKERMAN=

Franciz Ackerman Sr. katillerin varoluşundan değilde çevrenin etkisiyle katil olduklarını savunur. Ancak diğer bilim adamları bu görüşte değillerdir. Bunu üzerine o da oğlu Fancis Ackerman Jr. üzerinde deneyler yapar. Oğluna çeşitli eziyetler yapar. En sonunda oğlu katil olur ve onu öldürür. O günden bu yana Francis Ackerman Jr. kendine hakim olamadığı zamanlarda insanları öldürür. Ama şu şekilde. Kurbanıyla küçük bir oyun oynar. Eğer kurban kazanırsa onu öldürmeyecek eğer kaybederse ölecek ya da ailesinden biri ölecek. Ne yazık ki hiçbir kurban oyunlarını kazanamaz. Derken Francis Markus adında emekliye ayrılmış bir cinayet masası dedektifiyle karşılaşana kadar hep kendi zevki için öldürmüştür. Lakin Marcus'la tanıştıktan sonra kendisinin karanlık taraf Marcus'un iyi taraf olduğuna inanır. Yani aslında o ve Marcus belli bir ama için yaratılmıştır ve Francis Marcus'un karşı tarafında yer alacaktır. Marcus bu sayede kahraman ilan edilecektir.Bütün bunlar bir yana Kasaba şerifi ise karanlık planlar peşindedir ve işleyeceği suçları Marcus'un üzerine yıkma planları yapar. Ancak Marcus ne yapar eder kurtulur bu komplodan. Ardından Francis yarım bıraktığı bir işi bitirmek için ortaya çıkar. Marcus'un onu durdurmasını ister. Ve maalesef Marcus bunu başaramaz (ohh canıma değsin). 

09 Aralık 2014

AŞK ÖLÜMDEN UYANIŞTIR: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 20:56 with Yorum Yok

Evleneceği adam tarafından düğününe saatler kala terk edilen Nina Cormier bu ağır yıkım yetmezmiş gibi bir de evleneceği kilisenin havaya uçmasından dakikalarla kurtulur. Ancak bu patlama değildir ve kasten gelin ve damadı öldürmek için planlanmış bir suikasttir. Ancak Nina bunu bir türlü kabullenmez. Portland Polis Dedektifi Sam Navarro'da bu olayı aydınlatmak için elinden geleni yapar. Ama hiç istemese de ve her ne kadar karşı koymaya kalkışsa da Nina'ya aşık olur. Ve amirlerinden de bir çok uyarı alır bu konuda. Sam'in araştırmalarının ve koşuşturmalarının sonunda bombanın asıl hedefinde Bölge savcısının olduğu anlaşılır. Nina ise bombacıyı gördüğü için öldürülmeye çalışılır. Ancak bombacı Sam'in Nina'ya olan zaafını ona karşı kullanır. Ya Nina'yla birlikte ölecektir ya da tek başına kaçıp kurtulacaktır.




16 Kasım 2014

GECE NÖBETİ: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 14:20 with Yorum Yok


Acil servis doktoru olan Toby Harper bir gün yaşlı bir adamın acil servise getirilmesiyle ve adamın  kaybolmasıyla esrarengiz olaylar zincirinde bulur kendini Öncelikle yaşlı adamın evini araştırır. Brant Hill huzur evlerinde kalan yaşlı adamın doktoru Harper'a umduğu cevapları vermez. Fakat Harper bu işin peşini bırakmamaya kararlıdır. Brant Hill'de kalan bir kaç sakinin de esrarengiz bir şekilde kaybolduğunu fark eder. Üstelik annesi için tuttuğu bakıcı da Harper'ı annesine şiddet uygulamaktan şikayet eder. Serbest bırakılır fakat bu defa bakıcıyı araştırır ve onun da Brant Hill'e bağlı olarak çalıştığını öğrenir.
Brant Hill'de kalan başka bir yaşlının da onun çalıştığı hastanede ölmesi üzerine cesedi hastaneden bağımsız bir adli tıp kurumuna gönderir. Çok geçmeden adli tıp doktoru olan Daniel Dvorak'la aralarında bir çekim oluşur. Ancak Harper'ın bulunduğu durum araya mesafe koyar.
Molly Picker hamiledir ama nasıl ve kim tarafından hamile bırakıldığını bilmiyor. Ve karnında taşıdığı aslında bir bebek değildir. Harper ve Dvorak birlikte bunu araştırırlar ve tekrar Brant Hill adı karşılarına çıkar. Molly üzerinde yapılan testler sonucunda Brant Hill'in bebeklerin salgıladığı gençlik hormonunu yaşlılara enjekte etmek için bu yolu kullandıklarını keşfederler. Ancak verilen ilaçlar kısa sürede ölüme yol açmaktadır.

03 Kasım 2014

ŞİZOFREN: John KATZENBACH

Gönderen MGK on 22:40 with Yorum Yok


Francis Xaver Petrel namı diğer C-Bird (Deniz Kuşu) ailesinin zoruyla akıl hastanesine yatırılır. Hastaneye yatırılma sebebi iki kız kardeşini tehdit etmesi ve intihar etmek istediğini söylemesi. Bununla birlikte o bir şizofren. Kimseye anlatamadığı sesler duymakta, varlığını ve yokluğunu ispatlayamadığı "Melek" adını verdiği bir katille baş etmek zorundadır. Ancak o hastanede yatarken cinayetler işlenir. Francis, eski itfaiyeci yeni akıl hastası Peter ve savcı Lucy ile olayları çözmeye çalışırlar. Katilin belli bir hedefi vardır; sarışın ve kısa saçlı kadınlar. Bunun için Lucy kendini yem olarak kullanır ve bunda başarılı olur. Fakat hiç beklemediği cevaplara ulaşır. Melek yani katil aslında yıllar önce Lucy'e tecavüz edip onu mahveden kişidir. Ve şimdi ona hayatı boyunca onu hiç unutamayacağı bir şey yapar; topal bırakır. Bununla birlikte Francis Melek'i,n hastanede olduğunu hisseder. Olaylar olaylar. Peter'la birlikte katili yakalarlar.
Hastaneden ayrıldıktan sonra bu yaşadıklarını yazmak ister ancak yazacak kağıt bulamadığı için evinin duvarlarına yazar. Bu sırada Melek hala ona zihnin derinliklerinde işkence eder. Kurtulur.



Aslında kitabı kapağını çok beğendiğim için almıştım. Ama aldığımdan hiç pişman olmadım. Resmen kitabın içinde kayboldum. Kurgusu, olay örgüsü, karakterlerin inandırıcılığı. Tek kelimeyle "müthiş". 


11 Ekim 2014

OSMANCIK: Tarık BUĞRA

Gönderen MGK on 21:29 with Yorum Yok
Şimdi özetini çıkarmaya kalksam sayfalar sürer. Kısaca değineceğim konusuna. İlk Osmanlı padişahı olan Osman Bey'in Osmanlı Devleti' ni kurmadan önceki yaşamı ve padişah olduktan sonraki yaşamını konu ediniyor. Ede Balı' nın kızı olan Malhun Hatun ile evlenir ve soyu ondan devam eder.

Bu kitabı okuduktan sonra karar verdim: "Tarih kitapları bana göre değil."







OLASILIKSIZ: Adam FAWER

Gönderen MGK on 20:00 with Yorum Yok
Epilepsi olan ve geleceği görebilme (dehşet matematik zekası) gibi özelliklere sahip olan David Caine'ın üzerinde deney yapmak isteyen bazı bilim adamlarından (külahıma anlatın) kaçışını anlatıyor. Bu kaçışına şizofren ikizi ve bayan bir ajan da dahil olur. Başlarına gelmeyen kalmaz. İşin arkasındaki kişi David'in üniversite hocasıdır. Halbuki adam David'in yanındaymış gibi davrandı (pislik).
Kitaba aşığım. Okuduğumdan beri seviyorum. İsteyen hiç kimseye vermedim kitabı. Fawer o kadar güzel yazmış ki kendimi David gibi hissettim. Ayrıca bayağı bilimsel bilgi de var içinde Fawer'ın tarzına hayranım.
"Özetim fazla güzel olmadı. Kitabı okursanız daha iyi anlarsınız. Olayların birbirine bağlı olması ve karışık olması zorlaştırıyor."






İNCE MEMED 1: Yaşar KEMAL

Gönderen MGK on 18:50 with Yorum Yok
Çukurova yöresinde (Adana'da) yaşayan Memed'in Abdi Ağa'nın zulmünden kaçışını konu alıyor.
Abdi Ağa denilen bu adam köy halkına eziyet etmektedir. Buna Memed ve annesi de dahil. Fakat bir gün Memed'in canına tak eder ve köyden kaçar. Yakındaki bir köye varır. Orada onun köyünde bir tanıdığı olan biri ona haber verir (yanlış hatırlamıyorsam). Çok geçmeden Memed'i annesine teslim ederler. Daha on yaşlarındadır.
sonra Memedimiz büyür. Hatçe'yi sever. Ama bir sorun vardır. Abdi Ağa'nın yeğeni de Hatçe'yi sever. Gider ister kızı. Memed bunu duyunca hem Abdi'yi he d yeğenini vurur. Abdi ölmez yeğeni ölür. Abdi'de bunun intikamını almak için Memed'in annesi Döne'ye eziyet eder. Memed bu arada Hatçey'le birlikte kaçar. Kızı hamile bırakır (daha yaşınız kaç başınız kaç). Ardından bunları yakalarlar. Hatçe'yi alırlar. Memed kaçar, dağa çıkar eşkiya olur. Ama eşkiyenın yaptığı zulümlere dayanamaz iki arkadaşıyla kaçar. İyilerin dostu kötülerin  düşmanı olur. :) Olaylar olaylar olur. Hatçe hapse girer (neden girdiğini hatırlamıyorum). Memed onu kaçırır hapisten. Dağda mutlu mesut yaşarlar. Ta ki komutanın biri Memed'i yakalamayı istemesine kadar. Bunlar iyi saklanırlar ama yakalanırlar. Hatçe doğurur ardından ölür. Memed çocuğuyla birlikte kaçar.
Kızın ölmesine üzüldüm. Yazık oldu. Benim için farklı bir deneyimdi. İlk defa bu tarz bir kitap okudum. Beğenmedim maalesef. İngiltere ve ABD gibi ülkelerde beğenilmiş Heyecan vardı. Ben genellikle gerilim kitapları sevdiğim için beğenmedim. Onun dışında halk ağzıyla yazılmış. Ne de olsa yarı Adanalı sayılırım. 








09 Ekim 2014

PETER PAN ÖLMELİ: John VERDON

Gönderen MGK on 18:00 with Yorum Yok
Kitabi dün akşam bitirdim. Sıcak sıcak özetini çıkarayım dedim. :)
Annesinin cenazesinde öldürülen Spalter Emlak şirketinin sahibi Carl Spalter'ı öldürmekle suçlanan karısı Kay Spalter'ın mahkumiyet kararının yanlış verildiğini düşünen ve davanın temyiz edilmesini isteyen Jack Hardwick, daha önce de üç davada daha yardım aldığı Dave Gurney'den bir daha yardım ister.
Dave kabul eder çünkü Carl'ın dava sürecinde çekilmiş olan fotoğraftaki yüz ifadesinin anlamını bulmak ister. Olayda birçok eksik nokta ve Carl'ın bulunduğu  yerde vurulmasını engelleyen sokak lambası işin içine girince olay daha da karmaşık hale gelir. Üstelik Kay'in avukatının da öldürülüp başının  kesilmesi de cabası. Ancak bizim dahi dedektifimiz Davey yine olayı çözmek için kendini kurban edip karısını da evden uzaklaştırır. Zaten karısı da düzenlenecek olan bir panayır için arkadaşlarına yardıma gideceğini söyler ve ayrılır evden.
Katilimiz ise Dave'in peşindedir. Onu öldürmek için evine gider fakat amacına ulaşamaz. Ve panayır yerine kaçar. Panayırın birçok noktasına bomba yerleştirmiştir ardından bunları teker teker patlatır. Dave yara almadan kurtulur ama Jack vurulur.
Şimdi gelelim neden Peter Pan Ölmeli? Çünkü cinayeti işleyen adam bir kiralık katil ve Peter Pan gibi yaşı ilerlese de dış görünüşü çocuk gibi kalıyor. Bu yüzden ona Peter Pan lakabı takılır İnterpol tarafından.
Kişisel eleştirime gelince: Verdon kurguyu mükemmel yapmış. Olaylar filan çok hoşuma gitti. Ama bir sürü gereksiz ayrıntı sıkıştırmış araya. Ve heyecanı da üst seviyede tutmak için bölüm sonlarında ilgi çekici cümleler kurmuş Ben artık alıştığım için Verdon'un tarzına pek de fazla heyecanlanmadım. 


Bazı arkadaşlarım kitabın kapağını diğer serilere benzetince olaylar olaylar...



08 Ekim 2014

KUZEN Mİ İKİZ Mİ?

Gönderen MGK on 20:40 with Yorum Yok




Benim aşkım, canımın içi bir kuzenim var. Bir kaç blogda gördüğü blog ikizlerine özenmiş (canım ya). Bana "Hadi biz de yapalım." dedi. Bir kaç ısrarından sonra kabul ettim - çok istekliydi, kıramadım :) . 

İKİZİMİN YAZISI İÇİN:  TIKTIK


21 Eylül 2014

SİSLE GELEN YOLCU: Jean Christophe Grangé

Gönderen MGK on 21:38 with Yorum Yok
İhtisas hastanesinde çalışan psikiyatrist Doktor Mathias Freire bir gün demiryolu çukurunda bulunan bir hastayı tedavi ederken kendini ona yardım etmeye onun ailesini bulmaya o kadar adamıştır ki kendini boşlukta bulur. Bu boşluk geçmişinde doldurulması gereken hayatlarıdır. Ve bunlar birbirine tamamen bağımsız hayatlardır. Dr. Freire olmadan önce; Victor Janust adında bir evsizdir. Ve bir kaç suça karışmıştır.
Narcisse  ise deli ve ressamsır. Resimleri satılmış ve bayağı para kazanmıştır.
Nono yani Arnaud Chaplin, yasadışı kimlik, pasaport üretiyor ve tam bir ahlaksız.
François Kubiela. Çok ünlü bir psikiyatrdır. Ve onun ilk kimliğidir.
Ancak mitolojik cinayetlerle başlayan, polisler ve onu öldürmeye çalışan tanımadığı insanlardan kaçarak geçirdiği kimlik arayışında hiç tahmin edemeyeceği şeyler öğrenir.







17 Eylül 2014

ASLA ARKANA BAKMA: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 22:17 with Yorum Yok
Babasının ölümünü araştıran Willy Maitland bu yolculuk sırasında tanıştığı eski asker Guy Barnard sayesinde hiç ummadığı cevaplara ulaşır. Bununla birlikte Guy kendini ona beğendirmek için  elinden geleni yapar ve bunda başarılı olur. Fakat onu daha da ilginç bir haber beklemektedir. Yıllardır öldü sandığı babası aslında yaşıyormuş ve hatta kendine yeni bir aile bile kurmuş. Yıllar sonra kavuştuğu babasını yanına almayı düşünür. Ancak babası kabul etmez. Çünkü o aranan bir suçludur. Sonunda babası onun yanında kalmasa da Guy ile birlikte mutlu sona ulaşırlar.

Gerritsen'sız kitaplık olmamalıdır. Kadın o kadar müthiş kurgu yapıyorki sanki kitaptaki kahraman sensin.


16 Eylül 2014

İFLAS ETMENİN YOLLARI:Erdal DEMİRKIRAN

Gönderen MGK on 18:58 with Yorum Yok
Aslında bu kitabın da çıkaracak özeti yok. Çünkü bu da bir Demirkıran klasiği. Aslında anafikri şu:
Kişisel olarak Demirkıran "Herkes nasıl kazanılacağı işle ilgili kitap yazıyor. Ben de kaybetmenin yollarını yazıyorum."
Genel olarak "kitapta yazanların tersini yaparsanız kazanırsınız. İflas etmek o kadar kolay değildir. Bir sanattır.






13 Eylül 2014

YERİM SENİ ÖSS: Erdal DEMİRKIRAN

Gönderen MGK on 22:55 with Yorum Yok
Aslında kitabın çıkaracak bir özeti yok. Çünkü kişisel gelişim kitabı ve sınavlara nasıl çalışacağımızı, nasıl ders çalışabileceğimizi anlatan bir Erdal Demirkıran klasiği.
Okurken çok eğlendim. Demirkıran tam öğrenci ağzıyla yazmış. Müthiş. 








RUHUNDAKİ ZEHİRLE YÜZLEŞ: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 11:43 with Yorum Yok



Güney Lexington civarında esrarkeşlerin peş peşe ölümü Adli Tabip Kat Novak'ı şüpheye düşürür. Fakat kimseyi kendisine inandıramaz. Esrarengiz bir biçimde her şey bir ilaç firmasıyla bağdaşıyor. Adam Quantrell'ın firması. Ancak o bunu reddeder. Bu işin peşini bırakmayan Novak'ın başına gelmeyen kalmaz. Arabası çalınır, evine bomba konur. Ama o bir türlü vazgeçmez. İstemese de Quantrell'a arasında bir yakınlaşma olur. Ve her şeyin Quantrell'ın firmasında çalışan Herbert Esterhaus'la ve Quantrell'ın üvey kızı Meave ile alakalı olduğu ortaya çıkar. Lakin bir tek onlarla da sınırlı değildir. Cinayetleri çözmeye çalışan polis memuru yardımcısı da işin içindedir. Bütün cinayetlerin işlenmesinin arkasında onun sırrı vardır.

Gerritsen gerilim dışında macera yazmayı çok iyi beceriyor. Ve illa ki işin içine aşkı sokacak. Zaten bu yüzden Gerritsen.


12 Eylül 2014

SİYAH KAN: Jean Christphe Grangé

Gönderen MGK on 00:21 with Yorum Yok
Eski dalış şampiyonu Jackues Reverdi. O bir katil. Malezya'da turist bir kızı kaçırmış, sandalyeye bağlayıp soymuş ve vücudunda delikler açmış. Ancak bu kadarla sınırlı değil.
Marc Dupeyrat. Muhabir. Genellikle cinayet yazıları yazıyor. Aslında cinayet haberlerini yazmasının bir nedeni var. Bir insanı öldürmeye iten sebepleri öğrenmek istiyor. Ve Reverdi'nin işlediği cinayet onu çok etkiliyor.
Hatica. Manken olmak istiyor. Ve Marc'a platonik aşık.
Marc Reverdi'nin kızlara zaafı olduğunu öğrenince ona "Elizabeth" olarak mektup yazıyor. Çok geçmeden de cevap geliyor. Reverdi ondan ona yazdığı yerlere gitmesini istiyor. Ama bunu açık bir dille değil. Gideceği yerleri şifreli bazı kelimelerle söyler. Marc bunları anlamakta zorluk çekse de çözer hepsini. Ve bitirir oyunu. Ancak Reverdi'den kurtulmak o kadar da kolay değildir. Marc Haticayı'da kattığı bu işten kurtulup Paris'e geri döndüğünü sanır. Sonra bir gün Reverdi'nin hapishaneden kaçtığını öğrenir. Haticay'la birlikte kaçarlar. Ama nereye kadar? En sonunda yakalanırlar. Reverdi onlara bütün hayat hikayesini anlatır.
Ardından her nasıl olduysa özel güvenlik (yanlış hatırlamıyorsam) gelir. Reverdi vurulur fakat kaçmayı başarır. Yarım kalan işini bitirmek için geri döner. Mark ve Hatica bu defa Sicilya'ya giderler.
Reverdi onları bulabilecek mi?
Yeterince spoiler verdim gerisini öğrenmek size kalmış. Sonuna kadar tüyleriniz diken diken olacak. 












03 Eylül 2014

ÖLÜME 5 KALA: Mark BILLINGHAM

Gönderen MGK on 15:03 with Yorum Yok
Her şey yaşlı bir çiftin aşırı dozda insülin alması sonucu ölümüyle başlar. Dedektif Başkomiser Neil Heckett ve ekibi bu olayın intihar olduğu konusunda ısrarcıdır. Fakat altı ay önce rütbesi düşürülen eski Cinayet masası dedektifi Tom Thorne öyle düşünmemektedir. Çünkü olay yerinde yaşlı çiftin ölümünün intihar olabileceği herhangi bir kanıt yoktur. Ardından ikinci bir intihar ölümü daha olur. Thorne bu iki cinayet arasındaki bağı yasadığı yollarlar çözmeye çalışır ve ölen iki insanın 30 yıl önce Terry Mercer adlı bir soyguncunun davasında çalıştıklarını öğrenir. Eski arkadaşları da ona yardım eder fakat bir kaç gün sonra bu işin ciddiyetini kavrayıp Thorne'a yardım etmekten vazgeçerler. Bütün bunlar yetmezmiş gibi kız arkadaşı Helen'le tartışmalar yaşar. Cinayetleri soruştururken tanıştığı yaşlı bir cinayet masası dedektifinden de yardım alır. . Ancak yaşlı komiserin başka amaçları vardır. Bütün bilgileri Terry Mercer'a iletir. Bunu anlayan Thorne yaşlı adamı sorguya çeker. Adamla konuşurken telefonuna mesaj gelir; Helen ve çocuğunun fotoğrafı. Aceleyle evden çıkıyor ve kendini bir arabada baygın halde yatarken buluyor.

Buradan sonrasını yazmadım sürprizi kaçar. :) :) :) 



02 Eylül 2014

TANRI DAİMA TEBDİL-İ KIYAFET GEZER: Laurent GOUNELLE

Gönderen MGK on 22:54 with Yorum Yok
İntihar etmek üzere olan Alan'ı yaşlı bir adam (Dubreuil) bu fikirden vazgeçirir. Fakat karşılığında onun her dediğini sorgusuz sualsiz yapmasını ister. Alan'da ister istemez kabul eder. Ertesi gün Dubreuil onu evine çağırır ve hayatını anlatmasını ister.
Annesinin barda tanıştığı biriyle yattığını sonra onu terk ettiğini, bunun üzerine annesinin hamile kaldığını ve bir Amerikalı'yla yattığını çocuğun ondan olduğunu söylediğini ve onunla birlikte Amerika'ya taşındığını anlattı. Ardından babası sandığı adamın çocuğun ondan olmadığını öğrendiğinde evi terk ettiğini, annesinin hırslı bir şekilde onu yetiştirdiğini onun sayesinde spora başladığını fakat hiçbir zaman sevmediğini anlattı. üniversitede muhasebe okuduğunu ve üniversiteyi bitirdiğinde annesinin öldüğünü onun da Paris'e geldiğini, iş aradığını fakat Amerika ve Fransa'nın muhasebesinin farklı olduğunu öğrendiğini ve bir iş bulma şirketinde işe başladığını fakat hayatının istediği gibi olmadığını ve bu yüzden intihara kalkıştığını anlattı.Bundan sonra Dubreuil ona çeşitli emirler verdi ve o da zorlansa da bazen yapamasa da elinden geldiğince yerine getirmeye çalıştı. Hayatı değişti. Ardından Alan'dan çalıştığı şirketin genel müdürü olmasını ister. Alan ilk başta itiraz etse de bunu yapar. Dubreuil'ün de katkıları olur fakat o da Alan'ın bunu yapacağına inanmaz. Alan başarır çalıştığı şirketin genel müdürü olur. Bu haberi Dubreuil'e söylemeye gittiğinde ise hiç beklemediği bir şeyle karşılaşır. O da Dubreuil'ün ölümüdür. Daha bunun şokunu atlatamadan bir de onun gerçek babası olduğunu  öğrenir.
 Müthiş bir kitaptı. Elimden bırakamadım. Kendimi kitaba o kadar çok kaptırdım ki kitap bittikten sonra şokunu üzerimden atmam bir ay sürdü. :) :) :)






01 Eylül 2014

TRAVMA: Steve HAMILTON

Gönderen MGK on 15:30 with Yorum Yok
Mike Smith, küçük yaşta geçirdiği bir travma sonucunda konuşma yetisini kaybetmiş. Bu yüzden amcasının yanında yaşamaya başlamış bir çocuktur. Hayatı arkadaşlarıyla birlikte gittiği bir partide ondan bir kapının kilidini açmalarını istediğinde değişir. Kapısını zorla açtığı eve hırsızlık için gittiği sanılır ve ceza verilir. Ceza olarak yaz boyunca girdiği evin sahibinin istediğini yapmaktır. Tün bu olanlar yetmezmiş gibi bir de üstüne evin kızıyla (Amelia) birbirlerine aşık olurlar. Derken evin sahibinin yani Bay Marsh'ın başı derde girer. Eğer istediklerini yapmazsa Amelia'nın hayatı tehlikeye girer. O da mecburen kabul eder. Ondan istedikleri ise kasaları ve kapıları açmasıdır. Bu sayede hırsızlık yapabileceklerdir. Ancak hiç ummadığı bir zamanda Amelia'yı ziyarete gider. Birbirlerini hala çok sevmektedirler.
Kitabın sonunda ise Mike'ı hapse atarlar. :( :( :( :(

Sonunu hiç sevmedim. Böyle bir son olmamalıydı bence. Hatta öyle ki yazarı elime geçirseydim dövebilirdim. 

ANLATMAK İÇİN YAŞA: Lisa GARDNER

Gönderen MGK on 15:08 with Yorum Yok
Dedektif D.D. Warren; Boston'da yaşanan iki aile katliamını çözmeye çalışırken bu iki aile arasında bir bağ olduğunu hisseder ekibi ve eski dedektif Alex'le araştırmaya başlar. Danielle; çocuk psikiyatrisi hemşiresidir. 25 yıl önce babasının bütün ailesini öldürdüğünde tek sağ kalan odur. Ve bunun yükünü hala taşımaktadır.
Victoria: sekiz yaşındaki oğluyla başı derttedir. Çünkü oğlunun beyni beş duyuyu algılıyor fakat önceliklerine karar veremiyor. Yani her zaman diken üstünde yaşamak zorunda beş saniyelik bir ihmal bile herhangi biri veya kendi hayatının sonu demek.
D.D. Warren cinayetler arasındaki bağların Danielle etrafında toplandığını fark eder ve onun hayatını incelemeye başlar. Fakat hiç beklemediği cevaplara ulaşır. Katil hiç beklemediği biridir.

 Katili yazmadım çünkü heyecanı kaçardı. Maalesef serinin sadece 3 kitabı Türkçe'ye çevrilmiş. Beş kitaptan oluşuyor seri. Lisa Gardner'ın okuduğum ilk kitabı ve çok beğendim. Biraz Gerritsen tarzı ama yine de kurgusu müthiş. 


27 Ağustos 2014

GELİN KOLEKSİYONCUSU: Ted DEKKER

Gönderen MGK on 13:40 with Yorum Yok
Her şey dört genç ve güzel kadının terk edilmiş bir ahırda duvara tutkalla yapıştırılmış, ayak tabanlarına iki delik açılmış ve kanları bir kovanın içine boşaltılmış cesetlerinin bulunmasıyla başlar.
Bu davayı çözmeye çalışan FBI Özel Ajanı Brad Raines davayı çözmeye çalışırken bazı tehditler alır. Bunlardan birinde de katil birlikte çalıştığı Nikki'nin öldürülme tehditidir. Diğer taraftan davayı çözmek içim,n Sağlık ve Zeka Merkezi'nden Paradise, Roudy, Cass ve Andrea'dan yardım ister. Ama asıl Paradise' ten yararlanmak istemektedir. Çünkü cesede dokunduğunda onun ölmeden önceki son anlarını görmektedir. Fakat bazı sorunlar vardır. Birincisi Paradise gördüğü anları unutmuştur. İkincisi Brad'e aşık olmuştur. Kendi içinde bunun savaşını verirken Nikki öldürülür. Ardından Brad Paradise'in güvenini kazanmak için onunla ilgilenir, o da Paradise'e aşık olur. Katil asıl ve en güzel gelinini öldürmek için bir zamanlar aşık olduğu Paradise'i Tanrı'ya kavuşturmak için Brad'i kaçırır. Çünkü Yedinci gelinin kendi rızasıyla gelmesini ister. 
Kitabın sonunu her nhe kadar beğenmesem de Dekker kurguyu çok iyi yapmış. Kitabın konusu mükemmeldi fakat benim aradığım heyecan yoktu o yüzden kitabı 3 haftada anca bitirdim. Gerçekten de konusu filme çekilirse müthiş olur.

16 Haziran 2014

KANLI MASALLAR: Craig RUSSEL

Gönderen MGK on 00:57 with Yorum Yok
Hamburg yakınlarındaki bir kumsalda genç bir kızın cesedi bulunur. Kızın avucuna iliştirilmiş bir not vardır: "Yer altındaydım ve artık eve dönme zamanım geldi..." Birkaç gün sonra da ormanda Bir kadın ve bir erkek cesedi bulunur onların da avuçlarında bir not vardır: "Hansel" ve "Gratel"
Cinayet Masası Baş komiseri Jan Fabel çok geçmeden bu cinayetlerin Alman Edebiyatı'nın kurucularından sayılan Grimm Kardeşler Masalları'ndaki hikayelere gönderme olduğunu anlar. Ancak katil hiç beklemediği biridir...

HİÇ KİMSE SIRADAN DEĞİLDİR: Markus ZUSAK

Gönderen MGK on 00:41 with Yorum Yok


Dilde sadeliği kullanma yeteneğini başarılı bir şekilde ortaya koyan Markus Zusak, bu kitabında eğlenceli olduğu kadar düşündüren romanıyla herkesin yapabileceklerinin ötesine geçebileceklerini göstererek zekâsını gözler önüne seriyor.
19 yaşında bir taksi şoförü olan Ed Kennedy sıradan biridir. Arkadaşları Marv, Ritchie ve Audrey ile birlikte kâğıt oynamaya bayılır. Hayatı böyle sıradan bir şekilde devam ederken, bir gün posta kutusunda iskambil kâğıdı bulur. Karo ası. Kâğıtta üç tane adres vardır. Buna çok şaşırmıştır. Ne anlama geldiğini anlayamamıştı. İlk günlerde pek fazla aldırmasa da en sonunda adreslere gitmeye karar verir. Gittiği her adreste ters giden bir şeyler vardır. Çünkü her evde onun yardımına ihtiyacı olan insanlar vardır. Bütün adreslerdeki insanların hayatlarını düzelttikten sonra bir tane daha iskambil kâğıdı bulur. Sinek ası. Bu defa adresler değil kelimeler vardır. “Dua et. Evin taşlarında.” Ne anlama geldiğini anlayamayan Ed pes eder. Ama unuttuğu bir şey vardır, ona kâğıtları göndereni. Şehirdeki nehrin taşlarında üç tane isim yazılıdır. Hiçbirini tanımamaktadır ama bu insanları da bulur ve onların hayatlarına da el atar. Sonraki kâğıdı düşünmeye başlar maçadan korkar bu yüzden en son olacağını tahmin eder ama gelen kâğıt maça asıdır. İsimler tanıdık gelir ama hiçbirini şahsen tanımıyordu. Yerel telefon rehberine baktı ama bulamadı. Gördüğü bir rüya sayesinde çözdü onları. Yazar ve şair isimleri olduğunu anladı. Kütüphaneye gidip o yazarların ve şairlerin bütün kitaplarını aldı. Kitapları inceledi ve başlıklardan sokak ve cadde isimlerine ulaştı. Bu adreslere de el attı. Sıra sonuncuya gelmişti. Çok geçmeden onu da aldı. Kupa ası. Film isimleri vardır. Hemen bir önceki kâğıtta hayatına bir şeyler kattığı sinemacının yanına gider bütün filmleri araştırırlar sırasıyla Audrey, Marvin ve Ritchie’nin isimlerine ulaştı. Bu sefer arkadaşlarındaydı sıra. Teker teker bütün arkadaşlarının sorunlarını çözdü. Marvin’inki biraz karmaşık ve uzun sürmüştü. Tam bütün kartlar bitti demişti ki. Bir tane daha geldi. Joker. Ama en sonunda anladı. Ona gelen bütün kartlarda mesaj kendisiydi. O gelen amacı onun sıradan olmadığı kanıtlamaktı. “Hiç Kimse Sıradan Değildir.” Amaç buydu. Kitapta, aslında herkesin kendine güvenmesini, çökmemesini, kendini özel hissetmesini sağlamış Zusak.
"Neden ben? diye sordum Tanrı'ya. Bir şey demedi. Güldüm ve yıldızları izledim. Yaşamak güzeldi."

ÇIRAK: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 00:30 with Yorum Yok
Rizzoli & Isles serisinin ikinci kitabı olan Çırak'ta katil tekrar cinayetlere devam eder fakat tek farkla bu defa hapishanededir. Bunun sırrını tek başına çözmek zorunda kalan Rizzoli'yi korku dolu geceler beklemektedir. Bütün yaşadıkları yetmezmiş gibi bir de özel FBI ajanı olan Ajan Dean'la da başa çıkmak zorundadır. Her şeye soğukkanlılıkla yaklaşan Dean Rizzoli'yi çıldırtmaktadır. Her ne kadar birbirlerinden hoşlanmasalar da ikili arasında bir şeyler olur. Ve Rizzoli hiç beklemediği cevaplara ulaşır.



KIZIL NEHİRLER: Jean Christophe Grangé

Gönderen MGK on 00:13 with Yorum Yok
Bana göre korku, gerilim, polisiye ve ma
cerada Grangé'ın üstüne yok (kusura bakma Gerritsen). Grangé her kitabıyla ayrı bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuları. Kızıl Nehirler'de bu tarife aynen uyuyor.
Kitabın konusuna gelince: Guernon’da, Isére Bölgesinde, Grenoble yakınında küçük bir kente (üniversite kentinde), kampusun içinden geçen bir nehre hâkim kayalıkların arasına gömülmüş cenin pozisyonunda, gözleri yuvalarından çıkartılmış ve içleri nehir suyuyla doldurulmuş, işkence görmüş olarak cesedi bulunan Rémy Caillois ‘nın cinayetini araştırmak üzere Paris’ten gelen komiser Pierre Niémans’ın bu cinayeti aydınlatmaya çalışırken başından geçenleri anlatıyor. Ancak komiserin hiç beklemediği ikinci cinayette aynı şekilde ancak bu defa kurbanın elleri kesilmiş ve Vallernes buzulunun dört yüz metre derinliklerinde.
Bu olaylar gerçekleşirken Karim adlı bir kasaba komiserinin içinde olduğu bir soruşturmanın izleri bu cinayetlerle bağlantılıdır. Komiser Karim gece yarısı bir mezarlık saldırısından çok daha öteye giden soruşturmasında Niémans’la iş birliği yapar. Çünkü öldürülen iki kurbanda o gece mezara girenlerdi. Bunun yanında bu iki komiser yıllardır hiç kimse tarafından bilinmeyen bir gerçeği de ortaya çıkardılar. Ama Komiser Niémans katilin hiç beklemediği biri olduğunu öğrenince çok şaşırır. Ne var ki yapacak bir şey yoktur. Çünkü katil sevdiği kadın ve onun tıpatıp aynısı olan ikizidir. Sonunda Niémans, sevdiği kadın ve ikizi öldü. Daha ilk satırlarından insanı içine çeken müthiş bir roman. Zaten Grangé kendini bu yönüyle ortaya koyuyor.




15 Haziran 2014

CERRAH: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 19:15 with Yorum Yok
Korku - gerilim edebiyatının kraliçesi olarak nitelendirilen Gerritsen'ın 10 kitaplık  Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabı. 
Kitabın konusuna gelince: Rizzoli ve Thomas, tecavüze uğramış ve rahimleri çalınmış kadınların katilini bulmakl için harekete geçerler. Arkasında hiçbir delil bırakmadan ortadan kaybolan  katili yakalamak o kadar da kolay değildir. Bununla birlikte bu cinayetlerden tek sağ kurtulan Dr. Catherine'le Dedektif Thomas arasında bir şeyler alevlenir. 
Cinayet Masası'nın tek kadın dedektifi olan Rizzoli ise arada kalmıştır. Bir yandan erkek dedektiflerin aşağılaması diğer yandan ailesinin sorunlarıyla başa çıkmak zorundadır.