07 Ekim 2015

ANNEMİN GELİNİ OLUR MUSUN? : Özlem TÜRK (İnceleme)

Gönderen MGK on 17:23 with Yorum Yok


Öncelikle söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Ama bir yerden de başlamak zorundayım. Neyse. Konumuza gelecek olursak, malum bir Wattpad kitabı kendileri. Özet falan çıkarmakla uğraşmayacağım vereceğim zamana yazık. Sadece kendi görüşlerimi yazacağım.
Kitabı edebi açıdan ele alacak olursak tam bir fiyasko. Ne betimleme ne benzetme ne söz sanatı... Bir insanı alıp başka diyarlara götürme namına hiçbir özellik barındırmıyor. Sadece olay anlatımı var. Bu da kitabı sıkıcılaştırmış. Bana göre betimleme bir kitabın derisidir. Nasıl ki insanların derisi olmayınca herkes birbirinin aynısı, bir kitapta da betimleme olmaması onun diğer kitaplardan bir farkının olmadığını kanıtlıyor. İlk iki yüz küsür sayfası "tamam eyvallah"lık ama ondan sonrasında hep kendini tekrar etmiş yazar.
> ... anlamış olacak ki
> ... yapmış olacak ki
> ... geldiğim gibi
> ... gördüğüm gibi
> ... yapmamla bir oldu
> ... görmemle bir oldu
Yukarıdaki kalıplarla yazılmış neredeyse bütün kitap. Aynı sayfada en az üç defa kullanmış yazar. Buradan yazarı cık cıklıyorum. Ayrıca yayınevini de cık cıklıyorum. Bu yayınevinin hiç mi editörü yok? İnsan bir elden geçirir kitabı. Ve kitabın basılmadan önceki hali buysa düzenlenmemişini gerçekten merak ediyorum(!) Çoğu olayı sırf altı yüz bilmem kaç sayfayı doldurmak için yazmış diyebilirim. Çünkü sadece gereksiz olaylar yaşanıyor. Çoğu şey abartılmış. Birkaçını yazayım.
-Yekta'nın kıskançlıkları
-Caner'in esprileri (her ne kadar bazıları iyi olsa da gerçekten çok sıktılar belli bir süre sonra)
-Herkesin Caner'e "Caner kes!" demesi
-Aksen'in bakireliğini açıklaması ve akabinde gelişen saçma salak olaylar
-Uçhan'nın Yekta'yı sinirlendirmek için Aksen'e sarkmaları
-Elçin'in yabancı yemeklere merakı
-Yekta'nın annesine kızmaları
-Aksen'in bir türlü Yekta'ya olan aşkını kabullenmemesi
-Yekta ve Aksen'in aşklarını birbirlerine itiraf etmemeleri
vs. vs. vs. (Şu an yazarken bile sıkıldım ya. Anlaşıldığı üzere hepsi tekrar ediyor)
Daha yazardım ama uğraşamayacağım. Ve beni en çok sinirlendiren olaylardan biri de Yekta'nın Aksen yüzünden annesini ezip geçmesi ve Kemal'in de (Yekta'nın babası) bu duruma ses etmemesi oldu. Her ne olursa olsun bir insan annesini es geçiyorsa ben o kişiyi insan yerine koymam. Çok net. Sen nasıl üç beş gün tanıdığın bir kız için anneni herkesin içinde rezil edebilirsin?! Hangi evlat böyle bir şeyi yapabilir? Sırf Aksen üzülmesin diye yapıyor bir de(!) Aman aman çok duygusal(!) Herkesin Aksen'i sevmesi ve Elçin'in sevmemesi çok saçma olmuş. Aksen'in durmadan Yekta'yı üzmesi de bayağı sıktı beni. Yok Yekta onun ilkiymiş de yok Yekta her gece başka bir kızlaymış da yok Aksen hayatına girince artık hiçbir kıza yan gözle bakmamaya başlamış da. Bunların hepsi bir araya gelince gerçekten mükemmel bir Türk dizisi ortaya çıkıyor. Uzun olması da bu durumu desteklemiş açıkçası. Üstelik Aksen'in babası da Yekta'yı sevmiyor! Valla çok klişe. Yeter artık ya. Benim kardeşime deseniz bir kitap yaz diye çocuk kimsenin aklına gelmeyen şeyleri yazar. Ancak Annemin Gelini Olur Musun? tam bir klişeler kitabı. Bir sonraki sayfasında hatta ve hatta on bölüm sonrasında bile ne olacağı hemen anlaşılıyor. Sonu da beni hiç şaşırtmadı. Aksen'in babasının da Aksen'i kıskanması da abartılmıştı. Hazel-Caner olaylarına değinmek bile istemiyorum. Biraz daha yazarsam sinirlerim oynayacak! Sonlandırıyorum yazımı. Ve gidip İntibah'ı okuyacağım. Kendime gelmem lazım çünkü. Kitabın içine girip kaybolmaya ihtiyacım var.

Kitabı sevenlerin bu yazıyı okurken bana küfür edeceklerini adım gibi biliyorum. Çünkü bu görüşlerimi arkadaşıma açıkladığımda eğer onun arkadaşı olmasaydım bana diyemediklerini yüzünden okudum. Sırf kalbimi kırmamak için söylediklerini yumuşatmaya çalışsa da çok belliydi bana söylemek istedikleri. Ve açıkçası bu beni daha da üzdü. Her ne kadar benim görüşlerimi beğenmeseniz de saygı duymak zorundasınız! Tamam böyle romantik kitaplar hoşunuza gidebilir ama bari biraz edebiyat olsaydı içinde! Belki o zaman sevebilirdim. Ama yok! O da yazarın bilmemişliği. Yazara buradan bir şey söylemek istiyorum: "Eğer ikincisini de yazacaksan lütfen kendini edebi yönden biraz geliştir."



31 Ağustos 2015

KÜRK MANTOLU MADONNA: Sabahattin ALİ

Gönderen MGK on 12:58 with Yorum Yok


En sonunda dönüş yapabildim. Çok mutluyum! Aslında yazmak istediğim çok kitap var fakat zaman yok. :( Lafı uzatmadan başlayayım.

Kitap Rasim adında bir gencin işten çıkarılması ve eski bir arkadaşıyla karşılaşmasıyla başlıyor. Arkadaşı çalıştığı iş yerinde Rasim'e iş verir. Ancak küçük bir iş. Ardından arkadaşı Rasim'i Almanca mektupları çeviren Raif adında yaşlı bir adamla aynı odaya verir. İlk başlarda pek fazla konuşmazlar. Rasim Raif hakkında az çok fikir edinir. Yani onu basit bir aile babası olarak görür. Bununu yanında iş yerinde Rasim'in arkadaşının Raif'e kızıp bağırmalarına onun çok sakin karşılaması Rasim'i derin bir meraka sürükler. Bir gün Raif hastalanır, işe gelemez ve acilen bir mektubun çevrilmesi gerekmektedir. Rasim de bunu fırsat bilerek mektubu alır ve Raif'in evine gider. Ancak Raif'i hiç beklemediği bir durumda bulur. Evde varlığı yokluğu belli değildir. Sadece eve para getirdiği için evde kabul görür. Bakkala ekmek almaya gitmek gibi çocuklara yaptırılacak işleri Raif yapıyordur. ancak o hastalandığı zaman evin diğer sakinleri tarafından yapılır o işler. Olaylar olaylar. Rasim'in Raif'i ziyaretinden sonra biraz birbirlerine alışırlar ve daha çok konuşmaya başlarlar. Ancak aralarındaki çizgiyi her zaman korurlar. Rasim de sık sık Raif'in evine uğrar. Ki bu uğramaların hiçbirinde Raif'e iyi davranıldığına şahit olmaz. Bununla birlikte Raif'in etrafındakilerle hiç alakası olmadığını, onun sadece yaşıyor olmak için yaşadığını, dünyayla ilişkisini kopardığını kısacası hayatı boşverdiğini anlar. Falan filan. En sonunda Raif çok kötü hastalanır. (Yanlış hatırlamıyorsam zatürreydi.) Ve iş yerindeki masasının çekmecesinden eşyalarını getirmesini ister. Bizim sabi Rasim'imiz de eşyaları alır ve Raif'e verir. Raif'in eşyaları arasında bir defter de bulur. Eşyaları teslim ettiği zaman defterin ilk sayfasını okur fakat o daha sayfayı bitirmeden Raif defteri yakmasını ister ondan. Ama Rasim yakmak istemez. Çünkü Raif'in hikayesini merak eder. Çevresindekilere karşı neden böyle davrandığını öğrenmek ister. Raif kabul etmez, Rasim de "Sizi tanımamı neden tabii bulmuyorsunuz? Dünyada en değer verdiğim kişi sizsiniz. İnsanların size ne yaptığını bilmek istiyorum." vs. vs. gibisinden şeyler söyler. Ve azmin zaferi! Raif kabul eder. Rasim de hemen o akşam okumaya başlar. (Asıl hikaye şimdi başlıyor.)



Raif daha yirmi dördünde bir gençtir. İnsanlarla pek bir münasebeti yoktur. Babasıyla zaten araları biraz limonidir. Babasının zeytinlikleri, evi, sabunhaneleri vardır. Bir gün Raif'ten Almanya'ya gidip sabunculuk öğrenmesini ister. Bizimki de kabul eder. Hemen hazırlanır ve bir hafta içinde kendini Almanya'da bulur.Bir pansiyonda kalmaya başlar. İlk bir yılını aylaklık ederek geçirir. Ardından babasının ona verdiği görevi hatırlar ve bir fabrikkada yarı zamanlı olarak  çalışır. Öğrendiği formülleri önemli tüyoları defterine not eder. Bir sabah gazete okurken bir resim galerisinin haberini görür. Aynı gün neden olduğunu bilmeden kendini o galerinin önünde bulur. Galeriyi gezer en sonunda bir portre görür. Tabloya tutulur (ilk görüşte aşk). Tabloyu ararştırır ve Maria Puder adında bir kadının kendi portresi olduğunu öğrenir. Nedenini bilmeden her gün o tabloyu görmeye gider. Hiç kimse anlamasın diye de önce galeriyi baştan sona gezer (adam zeki) en son o tablonun önünde durur ve galeri kapanana kadar önünden ayrılmaz. Belli bir müddet sonra da artık diğer tablolalara bakmaz direk Maria Puder'in portresine gider. Böyle biraz zaman geçer. Yine o tablonun önünde dururken yanına bir kadın gelir fakat o kadının yüzüne bakamaz utancından. Kadınla biraz konuştuktan sonra bir daha da o galeriye gitmez. Falan filan fişmekan. Pansiyonda kalan bir kadınla öğlen gezmesine çıkarlar. Ancak işler ters gider, sarhoş olurlar. Gecenin bir yarısı salına salına pansiyona dönerler. Dönüş yolunda kadın Raif'e askıntılık yapar (pis yelloz). Raif'imiz yüz vermez. Neden? Çünküüüüü... Kürk Mantolu Madonna'yı görür. İlk o olduğunu kavrayamaz. Hayal gördüğünü zanneder. Lakin bir sonraki gece Maria Puder'i gördüğü yere götürür ayakları onu. Hayal olduğunu bile bile. Sonra olan olur. Yine görür onu. Bu defa kaybetmemek için takip eder Maria'yı. Onun bir eğlence yerine girdiğini görür. Peşinden o da girer. Ardından sahneye Maria'nın keman çalarak çıktığını görür. Falan filan. Gösterisi bittiğinde Maria onun masasına gelir. Konuşurlar. Maria onun galeride konuştuğu kadın çıkar. O günden sonra her gün buluşurlar, gezerler. Fakat birbirlerine aşık olmayacakları sözüyle. Olaylar olaylar (olayları yazmaya üşendim). Yılbaşı gecesi gelir çatar. Eğlemmeye giderler. Maria içer sarhoş olur. Sabah da bir süre birbirleriyle görüşmemeye karar verirler. Geçelim buraları. Raif dayanamaz Maria'nın evine gider. Onun hastanede olduğunu öğrenir. Başından hiç ayrılmaz yirmi beş gün sonra evine döner Maria. Ona Raif bakmaya başlar. Hayat böyle akıp giderken Raif babasının öldüğünü öğrenir Türkiye'ye döner. Maria da anasının yanına gider. Prag'a. 


Buradan sonnrasını yazamayacağım. Yüreğim el vermiyor. Ayrıca buradan sonrası çok pis spoiler veriyor. Aslında kitap Genellikle Raif'in düşünceleri üzerinde duruyor. İnsanların onu anlamaması gibi. Psikolojik bir yanı da var kitabın. Son zamanlarda aşırı Türk Edebiyatı okuyasım var. İkizim almıştı ben de okuyayım dedim. kitabı dün gece bitirdim. Hâlâ etkisinden çıkamadım. Yazık be Raif'e. Hep o babası yüzünden. Ölecek zamanı buldu. Bütün Türk Edebiyatı aşıklarının okuması gereken bir kitap. Ben neden bu kadar geç okudum diye bir soru sorulursa cevabım biraz önyargılı olacak. Çünkü bir şey çok konuşulursa herkes o şeyi beğenip yere göğe sığdıramazsa benim de bir o kadar o şeyi beğenmeyesim geliyor. Şimdi eskisi kadar olmasa da biraz var o yere göğe sığdıramama olayı. Ama kendimle büyük bir savaş verip okudum. Hiç pişman değilim daha önce okumadığıma. İkizim olmasa hiç okumazdım belki de...

Remzi Kitab Evi'nin kapağı daha çok hoşuma gitti. Kapaktan resmen asalet akıyor. 

02 Nisan 2015

GURBETİ BEN YAŞADIM: Ahmed Günbay YILDIZ (İnceleme, Özet)

Gönderen MGK on 20:18 with Yorum Yok

Kelkit ilçesinde bir kasabada Kasapçılar diye bilinen bir aile kasaba halkına eziyet eder. Kasabalı bu aileden habersiz hiçbir şey yapamaz. Pazara gelenlere haraç keserler vs. vs. Bir gün köyün imamı Hüsrev (Hatip) Hoca bu ailenin gençlerinin pazara ineğini satmak için gelen bir adama haksızlık ettiğini görür ve bunu, akşam onun yanına kaybolan ineği için kurt ağzı bağlatmak için gelen babalarına söyler.  Adam sinirlenir sonra da çeker gider. Ertesi gün cuma namazı çıkışı Kasaplar'ın oğulları Hüsrev Hoca'yı döverler. Bunu duyan yeğen Halil koşar gider dayısını dövenleri benzetir.  Kasabalının beklediği fedai olur. Artık ondan korkmaya başlar Kasaplar. Bu arada köye yeni gelen Baytar Salih'in kızı Itır'a Halil, Kasaplar'dan Okkalı (Selim) ve Okkalı'nın amcasının oğlu Kürşat da talip olur. Itır'ı ilk Okkalı ister. Ne Salih Usta'nın vermeye gönlü vardır ne de kızın ona gelin olmaya. Bu yüzden reddeder Okkalı'yı. Abisi Lokman çok sinirlenir, Salih'i tehdit eder. Yine bir gün Okkalı Salih Usta'yı tehdit ederken Halil görür olayı ve kovar Okkalı'yı evlerinin önünden. Bunun üzerine Lokman oğlu Cavid'e tabanca verir ve Halil'i vurmasını söyler. Çocuk istemeyerek de olsa alır tabancayı ve ertesi gün Halil'i omzundan vurur. Halil çocuğa bir şey yapmaz, elindeki tabancayı alır ve onu evine gönderir. Ardından jandarma Lokman'ı götürür. Üç yıl hapse mahkum ettirilir. Lokman'ın hapse girmesinden sonra Okkalı da askere çağrılır. Halil anasını babasını Itır'a görücü olarak gönderir. Bunu duyan Kürşat da Itır'a görücü olarak gider. Kürşat ve Halil çocukluk arkadaşıdırlar ama bu olaydan sonra düşman olurlar. Itır Halil'e varır. Sonra Itır hamile kalır. Ama Halil de askere çağrılır. Halil askerdeyken Birinci Dünya Savaşı başlar ve Halil Ruslara esir düşer. Esir kampında Dursun diye bir Bulgaristan vatandaşıyla tanışır. İkisi de Türktür. Tanıştıktan sonra hiç birbirlerinden ayrılmazlar. Ardından Bolşevik İhtilalinden yararlanarak zengin bir Rus ailesiyle teknelerine binip kaçarlar. Tekne Osmanlı topraklarına gidemez ve Bulgaristan'a gider. Burada Dursun'un ailesinin kaldığı yere giderler. Burada kalırken çadırlara Bulgarlar saldırır. Rüştü Halil'e  haberi yetiştirir ve onun kaçmasına yardım eder. Lakin ikisi de yakalanır. On dört yıl İslimiye Cezaevinde taş ocaklarında çalıştırılır. Sonra bir gün bir karışıklık olur ve kaçmayı başarır. Tunca nehrini aşar ve Türkiye'ye gelir fakat hâlâ Osmanlı zanneder. Ama çok farklı bir ülkeyle karşılaşır. Buranın Osmanlı olmadığını anlar ancak herkes Türkçe konuşur. Buna bir anlam veremez. Karakola götürülür. Jandarmalar onu casus zanneder hapse atarlar.
Halil'in başına bunlar gelirken Itır çocuğunu doğurur. Halil'in babası (Kara Yusuf) adını Davud koyar çocuğun. Savaş biter ve Kasaplar'ın erkekleri savaştan dönerler. Okkalı hariç. Kürşat Halil'in dönmemesini bahane ederek Itır'a tekrar talip olur. Babası bahaneler bularak her defasında geri çevirir ancak belli bir noktadan sonra dayanamaz sahte bir ölüm belgesiyle kızını kandırmaya çalışır. Itır inanmaz buna ve yine reddeder. Kürşat vazgeçmez. Itır'ı ve kaynanasını rahatsız etmeye devam eder. Davud on iki yaşına gelmiştir ve bir gün nenesinin kuşağından babasının bıraktığı tabancayı alır Kürşat'ı bacağından vurur. Nenesi suçu üzerine alır. Itır çocuğunu alır ve babasıyla birlikte kasabadan gider.
Halil hapisteyken bir mahkum ona savaştan sonra olan her şeyi anlatır. Hatta ona Yeni Türk Alfabesini de öğretir. Bir yıl Edirne Cezaevinde kaldıktan sonra ona yeni hüviyet verip serbest bırakırlar. O da memleketine yollanır. Memleketinde ne anasını ne babasını ne de Itır'ı bulabilir. Ardından harp zamanında hemşehrisi olan Kenan gelir aklına. Birbirlerine "Harp bittikten birbirimizin ailesinin yanına gidelim. İçimizden biri sağ kalmışsa ölenimizin ailesine yardım etsin. Şayet ikimiz de sağ kalmışsak eski günleri yad ederiz." diye söz vermişlerdir. Ve Halil sözünü tutmak için Kenan'ın babası Bakırcı Ali Usta'yı aramaya başlar şehirde. Bulur fakat Kenan'ın öldüğünü öğrenir. Ali Usta Halil'i çok sever ve ona yanında iş verir. Halil kısa zamanda iyi bir bakırcı olur. Bir gün dükkana gelen bir müşteriye Ali Usta Halil'in ailesini sorar. O da; babasının öldüğünü, oğlunun Kürşat'ı vurduğunu, nenesinin de suçu üzerine aldığını, Itır'ın babasıyla birlikte başka yere gittiğini ve Itır'ın başka biriyle evlendiğini söyler. Sonradan Ali Usta dostu Sermet'le bir olup Halil'in oğlunu araştırırlar. Askerliğini bitirdikten sonra kasabaya geri geleceğini öğrenirler. Ve kasabada Halil'e bir bakırcı dükkanı açıp ona bir de doğduğu evin yanındaki araziye ev inşa ederler. Aradan yirmi dört yıl geçmiştir. Halil kasabaya geldiğinde kimse onu tanımaz. Zaten o da oğlunu Kasaplar'ın zulmünden korumak için kabul etmiştir bu işi. Sonunda beklediği olur ve oğlu kasabaya gelir. Itır'ın da başkasıyla evlenmediğini öğrenir. Kasaplar bunu duyar duymaz Davud'u tehdit ederler. Davud'un gözü korkmayınca evine baskına giderler. Halil bunu görür ve o da çıkar evinden. Davud'la birlikte kavgaya tutuşurlar. Kavga bittikten sonra Lokman jandarmaya gider, Halil'i şikayet eder. Jandarma dönüşü Halil Itır'ın kapısını çalar. Itır önce inanmaz sonra "Maziye ait bir şey söyle." der. Halil de "Yeşil bağla ala karşı yakışmazsa öldür beni." der (bu dizeleri Itır'a evlenmeden önce verdiği ilk mektupta yazmıştı). Itır kapıyı açar ayaküstü konuşurlar. Davud'un karısı seslere uyanır, Davud'u da uyandırır. Itır oğluna onun babası olduğunu söyler.

İlk başta biraz sıkıcı gibi gelse de ilerleyen sayfalarda heyecandan okuyamadım resmen kitabı. Müthişti. Bir solukta bitirdim diyebilirim. Normalde Türk Edebiyatı fazla okumam. Ama bu ilaç gibi geldi. Ülkemin yazarlarının bu kadar iddialı kitaplar yazması açıkçası beni gururlandırıyor. Bence filmi çekilmeli bu kitabın. Ve beni hayrete düşüren bir başka şey ise bu olayın gerçekten yaşanmış olması. Yazar bazı yerlerde hatalar yapmış ama bu hatalar akışı bozmuyor. Bendeki basım Kasım 1995 olduğu için sanırsam bir çok yerde imla hataları vardı.

16 Mart 2015

BİR FİNCAN KAHVEYE KİM "EVET" DEMEZ?

Gönderen MGK on 23:44 with 1 yorum

Aşırı kahve tutkunu biriyim. Her yerde her zaman içebilirim. Hızımı alamazsam üç fincana kadar içebilirim. Öyle üçü bir aradalar sökmez bana. Halis Türk kahvesi olacak. Bazılarının köpük takıntısı var. Anlamıyorum. İkisi de kahve. Görselliğe neden bu kadar takıntılılar? Aynı tat olduktan sonra gerisi teferruat. Bir de annemin çeyizindeki (yirmi yıllıklar) fincanlar da içince daha bir seviyorum kahveyi. Yılların etkisini hisseder gibiyim. Genellikle ders çalışırken ve kitap okurken içerim. Bir de yanında bitter çikolata... Dünyayı fethedebilirim. Daha ziyade çay tüketirim. Günde on bardağı geçer. Ama kahve arada ve yalnız. Zaten ne demişler: "Çayın kalabalıkla arası iyidir. Kahve yalnızlık ister."


06 Şubat 2015

DEŞİFRE! DEHA: Mai JIA

Gönderen MGK on 20:09 with Yorum Yok

Aslında özete nasıl başlayacağımı bir türlü bulamadım. O yüzden bazı şeyleri birbirine karıştırmış olabilirim.
Ailesi tarafından istenmeyen Rong Jizhen'e Bay Yabancı diye adlandırılan adam bakmaya başlar. Çocuğun çok zeki olduğunu anlar kısa zamanda.Ona rüya yorumlamayı Çince, İngilizceyi  ve okumayı öğretir. 85 yaşında vefat eder. Vasiyet olarak yaşadığı gün sayısınca mezarına çiçek konulmasını ister. Jinzhen de hesaplamaları yaparken çarpma işlemini bulur (daha önce ona öğretmemiş kimse). Jinzhen'in annesinin dayısı (Genç Lillie) çocuğu almaya gelir ve bu hesaplamaları görür. Onu kendi evine götürmeye karar verir. Ve onu meşhur olan dünyanın en ünlü ve en iyi matematikçilerinin yetiştiği N Üniversitesinde eğitim görmesini sağlar. Jinzhen kısa zamanda bir çok şey öğrenir, soruları kendi bulduğu yeni yöntemlerle çözer. Bu durum onun öğretmeni o zamanın en iyi matematikçilerinden olan John Liseiwiez'in dikkatini çeker. Onu özel olarak yetiştirir. Birlikte santranç benzeri bir oyun bile tasarlarlar. Ancak Liseiwiez X ülkesine gider. Jinzhen ise Birim 701 e gider. Hayatı sil baştan olur. Genç Lillie onun karısı ve kızıyla (Sahibe Rong) on yıl boyunca hiç görüşmez. On yıl sonra Sahibe Rong'u devlete karşı gelen bazı insanların elinden kurtarmak için ortaya çıkar ve ertesi gün tekrar ortadan kaybolur. Jinzhen aslında Çin İstihbarat Biriminin kriptografi bölümünde çalışır. Yani kırılması çok zor  hatta imkansız olan ve büyük devletler tarafından kullanılan şifreleri kırmaya çalışan birim. Jinzhen o zamanın en zor şifresi olan ve X ülkesi tarafından kullanılan Mor'u kurar. Çok geçmeden X ülkesi Mor'un kardeşi sayılan Siyah adlı yeni bir şifre yapar. Bu Mor'dan kırılması daha zor bir şifredir. Jinzhen bu şifreyi çözmek için aldığı notların bulunduğu defterini bir konferans dönüşü kaybeder. Ve onu ararken akli dengesini yitirir. Defteri bulunur fakat o bunu hiçbir zaman öğrenemez. Siyah ise Birim 701 de çalışan başka bir kriptograf tarafından kırılır. Kırmasında Jinzhen'in defterindeki notlar yardım eder.

Bu olay gerçekten de yaşanmıştır. Kitapta çoğu kişinin adı yazar tarafından değiştirilmiştir. Onların izni olmadığı için. Jinzhen'in öğretmeni ve X ülkesinin isimleri verilmemiş. Yazar Mai Jia bu kitabı yazarken Birim 701 çalışanları, Sahibe Rong ve Liseiwiez'in karısı (Liseiwiez öldüğü için) ve Jinzhen'in müdürüyle (Topal Zheng) görüşmeler yapmış ve onların anlattıklarından yola çıkarak yazmış kitabı. Kitapta da bu görüşmelerin dökümleri var.

22 Ocak 2015

GECE YARISINDAN SONRA: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 19:29 with Yorum Yok



Bir gece yarısı iki aydır evli olduğu kocasının ölüm haberini alan Sarah yıkılır. Ancak asıl olay Londra'da olduğunu sandığı kocasının Berlin'de ölmesidir. Bu durum dış işlerinde çalışan Nick O'Hara'nın da kafasını karıştırır. Bu olayı araştırmaya başlar. Ne var ki bu olayı ne kadar araştırırsa yukarıdan bir yerlerden bu olayı unutması istenir. Ve sonunda işinden atılır. Bu da yetmezmiş gibi bir de Sarah'nın Londra'ya gittiğini öğrenir. Ardından o da ilk uçakla Londra'ya gider. Mesleğini onun yüzünden kabettiği için gidip ona hesap sorma niyetindedir ama ona aşık olduğu için bunu asla yapamaz. Aksine onunla birlikte Geoffrey'i (Sarah'nın kocası) aramaya başlar. Hem CIA hem de Geoffrey'nin düşmanları Nick ve Sarah'nın peşine düşer. Sonra da bunların bir kaçma kovalamacası başlar. Londra'dan Berlin'e giderler. Orada Geoffrey'nin eski meslektaşı olan Helga'yla konuşur, Sarah Nick'e artık güvenmez. Geoffrey'i tek başına aramaya koyulur. Aslında Geoffrey CIA'de çalışan bir casustur. Para karşılığında yasa dışı işler yapanları öldürürle. Geoffrey, Helga ve Eve ile birlikte çalışır. Geoffrey ve Eve evlenir. Sarah'yla evlenmesi formalitedir. Beş yıl önce yaşlı bir adamı öldürmeye çalışırlar ancak yaşlı adam yerine karısı ölür ve yaşlı adam onun intikamını almak için onların peşine düşer. Bunun için de CIA Sarah'yı yem olarak kullanır. Yaşlı adam Sarah'yı kaçırır ve Geoffrey'nin gelmesini bekler. Beklediği olur. Ama Geoffrey öleceğine o yaşlı adamı öldürür. Sonra Geoffrey ortadan kaybolur. Nick ve Sarah mutlu mutlu yaşarlar.

KIZIL EJDER (RED DRAGON): Thomas HARRIS

Gönderen MGK on 13:24 with Yorum Yok

Aileleri hedef alan bir katil ve onu yakalamaya çalışan FBI ve Will Graham'ın öyküsü. Ve bunun yanında herkesin korkulu rüyası Hannibal Lecter. FBI'dan emekli olan Graham'ı bu olayı çözmek için Jack onu tekrar çağırır. Graham korksa da (eşi ve üvey oğlu da dahil) kabul eder. Katil ise doğduğunda annesi tarafından reddedilmiş ve yetiştirme yurduna verilmiş. Sebebi ağzındaki bir bozukluk. Yurtta birkaç estetik ameliyatı olur. Ağzı belli bir ölçüde düzeltilir. Okula başlamadan anneannesi onu bulur ve kendi evinde ona bakar. Yaşlı kadın öldüğünde mecburen annesinin yanına gönderilir. Ancak burada üvey kardeşleri tarafından eziyete maruz kalır. Sonra da Gateway Film Labaratuvarı'nda çalışmaya başlar. Graham'de katilin psikolojisini anlamak için Hannibal'la görüşür. Pek bir yararı olmaz ama. Dolarhyde işlediği cinayetlerin Hannibal tarafından tebrik edilmesi için ounla yazışır. Bunu öğrenen Jack olaya el atar ve Hannibal'ın ağzından Dolarhyde'la o yazışır. Jack bununla da yetinmez gazeteci Lounds'un Graham'le röportaj yapmasını ister. Dolarhyde'ı (katili) kışkırtmak için. Ona bir sürü aşağılayıcı atıfta bulunurlar. Dolarhyde durur mu? Gazeteciyi kaçırır onu eziyet ederek öldürür. Veeee bizim katil kör olan Reba'ya aşık olur (bu kız Dolarhyde'ın başına dert olacak. Mutlaka işin içine bir kadın girer ve her şeyin içine eder. Hep böyle olmak zorunda mı?). Graham kurban ailelerin video kayıtlarını incelerken Dolarhyde'ın çalıştığı şirketin etiketini görür. Şirkete gider incelemeler yapar. Dolarhyde bunu görür, Reba'yı kaçırır ve bir oyun yaparak kendini ölmüş gibi gösterir. Rebe'ya bir şey olmaz. Ardından da Graham'ı öldürmek için geri döner ancak Graham'ın karısı onu öldürür. Gerçekten. 

Kitap çok iyiydi. Kendimi katile acırken buldum. Harris her ne kadar edebiyat dili biraz eksik kalsa da  kurguyu müthiş yapmış. Hatta bazen de kendimi Will'in yerinde katili ararken yakaladım. Tabii her ne kadar işin içine bir kadın girmesine sinir olsam da dehşet bir kitaptı.  Hiç bitmesi istedim. Ve hayatımda ilk defa bir katili destekledim. Harris cansın! Kitap Hannibal serisinin ilk kitabı.



19 Ocak 2015

PROJE: ÖLÜMCÜL VİRÜS: Tess GERRITSEN

Gönderen MGK on 22:01 with Yorum Yok


Catherine Weaver hamile olan arkadaşını ziyaret etmek için onun yanına giderken yolda bir adama çarpar. Onu zar zor arabaya sokup hastaneye götürür. Ardından arkadaşının yanına gider. Ancak sabah arkadaşını garajda arabasının yanında ölü olarak bulur onu. Keder içinde kendi evine geri döner. Ancak bir kaç gün sonra adamın biri çıkar karşısına. O da ne? Çarptığı adammış. :) Her neyse. Adam ona olan biteni anlatır. Aslında o gece kaçtığını, peşinde kötü adamları olduğunu, şimdi de onun peşinde olduklarını, onun arabasında fotoğraf negatifini düşürdüğünü ve bunun da en önemli kanıt olduğunu anlatır. Cathy inanmaz.  Victor'da ona bir gazete haberi gösterir. Catherine Weaver adında bir kadının ölüm haberi. Cathy en sonunda inanır. Tam çantasına uzanıp negatifleri alacakken sokaktan kurşun yağmuru başlar. Bütün camlar aşağı iner. Onlar da yangın merdivenlerinden kaçarlar. Sonra Victor'un kaldığı pansiyona giderler. Orada bir şeyler olur. Victor'da buna her şeyi anlatır. Çalıştığı şirketin ölümcül bir virüs geliştirdiğini ve o negatiflerin de bunun tek kanıtı olduğunu. FBI ve şirket yöneticilerinin onun peşinde olduğunu falan filan. Sonra bir kaçma kovalamaca başlıyor. Sonra Victor'un üniversite arkadaşlarının yanına gidiyorlar. Negatifleri inceliyorlar. Ardıdan virüsün bir örneğini almak için Viratek'e gitmeye karar verir Victor. Neyse kazasız belasız alırlar. Ancak Victor'un Cathy'i sevdiğini öğrenen X kişisi tarafından Cathy  kaçırılır ve takas yapmaya karar verirler. Biraz şamatadan sonra bunu da hallederler. Ondan sonra da savcılığa gider Victor. Yaklaşık bir ay ondan haber alınamaz. Sonra pat diye belirir hastane kapısında - Sam Polowski diye bir FBI ajanı hastanede olduğu için. Bu adam Victor ve Cathy'e yardım ederken yaralanır. E mecburen Victor ve Cathy kavuşurlar (kesin eveleneck bunlar benden söylemesi).

01 Ocak 2015

BİR GÜN (ONE DAY): David NICHOLLS

Gönderen MGK on 20:23 with 1 yorum



"Seni kırkında hayal edebiliyorum," dedi sesinde bir imayla. "Şu an bile gözümde canlandırabiliyorum."
Genç adam gözlerini açmadan gülümsedi. "Devam et."


Emma Morley ve Dexter Mayhew üniversite mezuniyetinden sonra birlikte bir gün geçirirler ve o günden sonra her gün birbirlerini düşünürler. İstisnasız. Ama sanmayın ki o bir günden sonra ayrı düşerler. Arkadaş olarak kalırlar. Dexter önüne gelen kıza asılır. Garson kızlar da dahil. Ve TV sunucusu olur. Buna karşın kariyerinde önemli bir sıçrama yaşamaz. rahat ol!  adlı bir gece programında sunuculuk yapar. Ancak bu program tepki alır, çoğu insan tarafından sevilmez. Dexter durmadan içki ve sigara içer, bazen de hap kullanır. Bunları yaptıktan sonra kendinden utansa da bir türlü bırakamaz. Emma ise Dexter'la biraz zıt bir karaktere sahip. İçki içer ama Dexter kadar abartmaz,ağır başlıdır biraz. Tiyatro oyuncusudur ve çok iddialı olmasa da oyunlar yazar ve küçük bir Meksika restoranında çalışır. Yaptığı işi pek sevmez. Dexter'la buluşup gezerler. Birbirleriyle çok iyi anlaşırlar. Birlikte Yunanistan'a bile giderler. Derken Emma öğretmen olur. Birbirleriyle daha az vakit geçirmeye başlarlar. Ama yine de her gün birbirlerini düşünmeden edemezler. Dexter da rahat ol!'u birlikte sunduğu Suki'yle çıkar. Dexter her ne kadar Suki'yi sevmese de buna katlanır. Çünkü kariyeri için gerekli olan buymuş gibi hisseder. Bu sırada Emma da çalıştığı restorandan komedyen olan Ian'la sevgili olur. Çok geçmeden Dexter ve Emma birbirlerinden soğumaya başlarlar. Arada sırada buluşurlar, bu buluşmaları da çok sıkıcı ve çekilmez olur. Yine buluşup yemek yedikleri zaman Dexter'ın ağzından Emma'nın hoşuna gitmeyen bir laf çıkar ve iki yıl birbirleriyle konuşmazlar. Bazen eski arkadaşlarının düğünlerinde karşılaşırlar. Dexter'ın sunuculuk kariyeri düşüşe geçer ve Suki'den ayrılıp Sylvie'yle çıkar hatta evlilik planları yapar. Emma'yla tekrar Tilly'nin düğününde karşılaşıp barışırlar. Dexter ve Sylvie evlenirler hooop bir kız çocukları olur -zaten Sylvie evlenmeden hamile kalır. Sylvie ise Dexter'ın eski üniversite arkadaşı Callum'la aldatır onu (Terbiyesiz seni. Bulmuşt da beğenmiyor adamı. Ne yaptı sanki Dexter sana?).  Dexter bunu öğrenir ve evliliklerinin ikinci yılında boşanırlar. Dexter işsiz kalır. Sylvie ile evlenmeden önce sunuculuk hayatı sona erdiği için Callum'un bilmem ne şirketinde çalışıyordu çocukcağız. Emma da yazarlık için Paris'e gider ve gençlik romanı çıkarır. Başarılı da olur. Dexter'ın durumundan haberdar olur ve onu Paris'e çağırır. Olaylar olaylar. Paris'ten döndüklerinde evlenirler (en sonunda!). Dexter küçük bir kafe açar. Açtığı kafe meşhur olur. İşleri iyi gider. Sonra Emma çocuk ister ama ne yazık ki bir türlü olmaz çocukları. Ardından oturdukları ev satılır ve yeni eve bakmak için Emma Dexter'ın yanına giderken araba çarpar Emma ölür (yapamazsın bunu David!). Dexter çöker (yazık lan sana). Ardından Emma'nın birinci ölüm yılddönümünde çok içki içer. Kendini evine zor atar. Ertesi gün Jasmine'i (Dexter'ın kızı) bırakmak için gelen Sylvie, Dexter'ın babasını arar onu şöyle bir temizler ve Dexter babasıyla yaşar bir müddet. Daha sonra kendine küçük mütevazi bir ev alır. Kafesine müdür olarak aldığı kendinden on yaş küçük (bu arada Dexter 42 yaşında) olan Maddy ile evlenir. Ancak Emma'yı hiçbir zaman aklından çıkartamaz. Aklından çıkarmak istemez.


Uzun zaman sonra okuduğum en heyecanlı aşk kitabıydı. Normalde nefret ederim aşk romanlarından. Ama Nicholls'un hikayenin içine kattığı macera beni kendine çekti. Filmi kitabı kadar başarılı değil ne yazık ki. İçine etmişler resmen hikayenin. Kitabı okumasaydım filmi hiç bir şekilde anlayamazdım.